Federer neden kaybetti?
38 yaşına çok yaklaşan Federer, Roland Garros'taki Nadal yenilgisinden sonra en başarılı olduğu çim kortta 21. Grand Slam Şampiyonluğu'nu kazanmayı hedefliyordu.
Kei Nishikori'yi yenip yarı finale yükseldiği maç ile 100. Wimbledon galibiyetini alarak yeni bir rekora imza atmıştı.
NADAL'I YIKTI
Ardından Nadal'ı da yenerek finale yükseldi. Djokoviç ise rahat geldiği yarı finalde, daha önce iki kez yenilmiş olduğu Agut'u yenerek finaldeki yerini aldı. 2 maç sayısı çeviren, Federer'in iki defa maç için servis attığı oyunda servisleri kırıp maça dönen Djokoviç, ikinci seti 6-1 kaybetmesi sayesinde, maç istatistiklerinde çok gerideymiş gibi görünse de, arka çizgide oyuna hakim olarak müthiş mental gücüyle en kritik ve önemli puanları lehine çevirmesini bildi. Kendi bile kazandığına şaşırdı. Federer ise çok daha üstün oynamış olsa da kaybettiğine hala inanamıyor anlaşılan!
BASKIYA RAĞMEN
Tenis oynarken kortta tek başınasınız.
Seyircinin, rakibinizin ve özellikle kendi kendinize oluşan baskı içinde kazanmaya çalışıyorsunuz.
Sonuca yaklaştıkça da bu baskılar daha da artar, hırslandırır ve kontrolünüzü kaybedersiniz.
Kimi oyuncu bunu daha az hisseder ama çoğu da baskıdan daha fazla etkilenir. Maç boyunca çok sayıda "ace" atmış olsanız da, maç sayısında bir son "ace" atmak için topa daha sert daha hızlı vurup etkili servis atmaya, "ace" yapmaya çalışırsınız ama başaramayabilirsiniz. O zaman da baskı daha da artar.
MAKİNA GİBİ
Öyle ki çok zaman bu durumlarda çift hata yapıp o sayıyı bile kaybedersiniz. Böylesi durumlar Federer'in başına, hem de çok zaman Djokoviç'e karşı bir kaç kez gelmişti.
Djokoviç dünyada en iyi servis karşılayan bir arka çizgi oyuncusu olarak, karşıladığı servis çok da iyi olsa inanılmaz geri vuruşlar yaparak sayı, hatta maç sayıları kazanmış makina gibi bir oyuncudur. Belki de buna, Federer için bir Djokoviç sendromu bile diyebiliriz. Tenis böylesi zor, karmaşık ve de oyuncu için bazen çok nankör bir spordur.
Belki de tenis, bu nedenle her geçen gün, bizde bile daha çok sevilmektedir.
KADINLARI UNUTMAYALIM
Simona Halep muhteşem ve neredeyse hatasız bir oyunla büyük rakibi, Grand Slam canavarı Serena Williams'ı iki net sette ve kısa sürede yenerek ikinci Grand Slam şampiyonluğunu Wimbledon'da kazandı. Eski dünya bir numarası Halep, İzmirli tenisseverlerin yakın tanıdığı ve son antrenörü Daniel Dobre'nin yönetiminde tarih yazarak ülkesinde ilahlaştı. Alkışlıyoruz. Bu arada büyük harflerle yazılması gereken ve tenis sporunda oyuncunun en büyük sihından da bahis etmeden geçemeyeceğim:
Boyunuz uzun, gücünüz yerinde, tekniğiniz çok iyi olabilir, mental olarak çok sağlam olabilirsiniz. Ama bacaklarınız hızlı değilse hareketli, her türlü ileri geri gidişleri yapamıyorsa, hele hele Serena gibi büyük oyunculara karşı kazanmanız çok zordur. Ama Halep bunu layıkı ile başardı, her topa koştu, her topu yakaladı ve bunları o kadar güzel geri yolladı ki kazandı. İşte tenisin en geçerli kozu ayaklar ve bacaklar olduğunu bir kere daha kanıtlayarak Wimbledon'da kraliçe koltuğuna oturdu.
SERENA VE MURRAY MİKS OYNADI
Pazarlama amaçlı yaklaşım ve düşünce güzeldi.
Wimbledon ve Murray için iyi bir organizasyondu. Ama olmadı! Çabuk kaybettiler.
Bu netice de şunu gösteriyor.
Çift oyununu bilmek gerekir, çift oyunu çok özel meziyetler gerektirir. Uyumlu bir takım olabilmek ise hiç kolaydeğildir.
Çok iyi iki oyuncu ille de iyi bir takım olacaklarının garantisi değildir. Böyle biline...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.