Bugünün genç radyo dinleyicileri o günleri bilmezler...
Tıpkı benim kuşağımın büyüklerimizden dinlediğimiz "Siz savaş yıllarını bilmezsiniz" muhabbeti gibi oldu ama "Kaybedenler Kulübü" filmini izledikten sonra ben de içinde yaşadığım ve tanık olduğum o radyo günlerini kendi penceremden bakıp anlatmak istedim...
***
Altmışların ortasında İzmir radyosunda müzik programı yapmaya başladığımda daha TRT bile yoktu. 1968'den itibaren TRT'nin müzik prodüktörü oldum. Canlı program yapamazdık. Yazdığımız metinler, sadece müzik anonsu olsa bile denetlenir, konuşma hakkımız varsa bizim tarafımızdan, yoksa radyo spikerleri tarafından okunur banda kaydedilirdi. Sonra plak veya makara bantlardan çaldığımız şarkılarla montajını yapar yayına öyle verirdik.
Öyle radyo muhabbetleri filan yoktu. Her anonsa denetim uygulanır, antenden öyle çıkardı. Ama içinde duygu, bilgi, espri ve yaratıcılığı olan çok naif programlar ürettiğimiz için çok dinlenirdik. 1968 - 1972 dönemi TRT İzmir Radyosu'nun efsane programlar ürettiği yıllar olmuştu. Bülentler'i, Sebla'sı, Renin'i, Ümit'i, Hülya'sı, Ali'si, Ayşe'si, Tülay'ı ve rahmetli olan Reşat'ı, Akın'ı ile...
Ama sınırlarımız vardı. Özgürlüğümüz yoktu. Ve çalacağımız yerli şarkılar bile denetime tabiydi. Biz denetimlere savaş açan prodüktörler olarak da "Radyo günlerine" adımızı yazdırdık...
***
Sonra 1990'larda yeni bir devir başladı. Tekel kırılmış, özel radyo ve televizyonlar kurulmaya başlamıştı. Denetim yoktu, özgürlük vardı. Ama yasa çıkıncaya kadar özel radyo ve televizyonlar korsan yayın yapmak zorunda kaldılar. 1993 yılında Show Radyo'nun başına geçtim. Bir yıl boyunca yerli ve yabancı şarkılar çaldığımız radyoyu yönettim. Paris'teki stüdyomuzdan yayına çıkıyorduk. İstanbul'daki stüdyomuzda hazırladığımız programları DAT'lara kaydediyor, her akşam UPS ile Paris'e yolluyorduk. Özel programlarımız da, bilgisayara kaydedilen müziklerimiz ve reklamlarımız da Paris'teki stüdyomuzdan otomasyon sistemiyle uyduya çıkıyor ve öyle yayınlanıyordu. Ama patronum Erol Aksoy'u bir türlü canlı yayın yapmamız, en azından günde bir kaç kez haber yayınlamamız konusunda ikna edemiyordum. Aylar sonra yayın hakkı Show TV'de olan lig maçlarının yayınlarını Show radyoda da başlattım ve bir ilki başardım. Ama yasa çıktığında ben radyodan ayrılmıştım ve özgürce bir canlı yayın programı yapamamanın sıkıntısını yıllarca içimde yaşamaya devam ettim.
***
2009'da TRT FM'de bir yıl boyunca Salı akşamları "Geceye Doğru" programını hazırlayıp sunduk Aysun'la. Canlı yayındı. Mikrofon başında özgürce konuşup seçtiğin her şarkıyı yayınlayabilmek harika bir duyguydu ve yıllar sonra ben istediği oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi mutlu hissediyordum kendimi.
***
Radyo yayıncılığının bu evrelerini yaşamış biri olarak izlediğim "Kaybedenler Kulübü" filmi beni çok etkiledi. Aynı adı taşıyan 90'lı yılların efsane olmuş radyo programını pek dinlemezdim ama nasıl tiryakileri olduğunu bilirdim. Kaan ve Mete'nin bunalım dolu, cinsel ağırlıklı, insanı şaşırtan ve akıllarına gelen her şeyi konuştukları program birara "All You Need Is Love" şarkısıyla başlardı. Kapanış şarkısı ise "Ballad Of A Rock'n Roll Loser"dı. Kent FM'deki sigaralı, içkili muhabbetlerinde Leonard Cohen de çalarlardı, Ümit Besen de...
Ve program şu anonsla kapanırdı:
"Bu akşam ki programı da Kadıköy'ün asabi martılarına, Montana çetesine, şehrin tüm kötü çocuklarına, evinde en az bir adet Rolling Stones plağı bulunduran bir kaç kadına adıyoruz. Takdir edersiniz ki bizim de her 15 yaşını geçmiş sağlıklı bir erkek gibi seks yaşantımız var. İyi geceler sayın kaybedenler."
"Kaybedenler Kulübü"nü izlerken sıkı bir nostalji yaşadım ve ben bu filmi sevdim... Sanırım kaybedenler bu kez kazanacak...