Cumartesi gecesi, opera tarihinin büyük bestecisi Giuseppe Verdi ile Pietro Mascagni'nin yarattıkları 'Kamelyalı Kadın' balesini izledik. Sıra dışı çalışmalarıyla ünü sınırlarımızı aşan Mehmet Balkan'ın sahnelediği eser, Sabancı Kültür Merkezi'nde İzmir prömiyerini yaptı.
Ve usta koreografın, 'Kamelyalı Kadın' Violetta'nın çizgilerine kondurduğu hüzünlü zarafet, her kıvrımda salondakilerin yüreğine işledi.
Nasıl işlemesin ki...
Violetta'yı gün geçtikçe ölüme yaklaştıran hastalığı ile Alfredo'ya duyduğu aşkın pençeleşmesi, Aslı Kaynarsu'nun dansıyla mükemmel bir vücut diline dönüştü o gece.
***
Bedeniyle, adeta hüznün şiirini yazarcasına dans etti sevgili Aslı...
Beklenmedik bir anda gönlünü kaptırdığı genç ile zengin Baron arasında sıkışan yorgun ruhu, mimik ve hareketlerinin her karesine yansıdı. Şaşaayla geçen bir hayatın perde arkasına gizlemeye çalıştığı yürek acısını nasıl ifadelere döktüğünü izlemeliydiniz.
Violetta'nın kimliğini ustaca üzerine oturtan Aslı Kaynarsu'nun figürleri, doyumsuz bir seyir zevki yaşattı.
***
Mehmet Balkan'ın öğrencilerini çok sıkı bir disiplinle çalıştırdığı, koreografide en küçük bir aksama olmayışının yanı sıra, danslardaki canlılık ve sahnenin enerjisinden rahatlıkla anlaşılıyor.
Bana göre İzmir Operası, Türkiye'nin en başarılı ve iş ahlakı yüksek dansçılarına sahip.
Aslı, Dolun Doyran, Tolga İyiuyarlar, Emre Kaynarsu, Yasemin Altınel, Banu Dağcıoğlu başta olmak üzere tüm kastlar gerçekten olağanüstü bir performans sergilediler temsilde.
***
İşin reji boyutuna gelince...
Olaylar, Violetta'nın hasta yatağında kurduğu düşlemsel bir atmosferde geçiyor. Bu açıdan fantastik bir görüntü ortaya çıkarma isteği ya da kasvet duygusunu sivriltme amacıyla, bordo-kırmızı renklere bürünmüş bir dekor hazırlanmış.
Ama kısık ışığın altında, eşyalarla neredeyse tıpa tıp aynı rengin kullanıldığı kostümler, ne yazık ki görüntüyü iyice sönükleştirmiş.
Her ne kadar 'düş dünyası' uyandırılmak istense de, aynı tonların birbirini boğması, sahnede hareketin ve karakterlerin çizgilerini sönükleştiren, algıyı güçleştiren görsel bir riske yol açmış.
***
Hissettiğim bir diğer rahatsızlık ise kurgudaki kimi kopuklukların, olup bitenleri anlaşılmazlığa düşürmesiydi.
Örneğin ikinci perdede, Alfredo'nun Violetta ile birlikte yaşadığı sayfiye evinden neden çekip gittiği izleyiciye iyi geçirilmiyor.
Ayrıca iki aşığın ilişkisindeki kopma noktası, Alfredo'nun babasının eve gelmesi ve genç kızdan oğlunu bırakmasını istemesiyle başlar.
Ama bu kadar önemli bir işlevi olan 'baba' çok geri planda kalmış. Onun, oğlanın babası olduğunu çıkarmak mümkün değil.
Bu arada Alfredo ile kızın diğer sevgilisi Baron arasındaki çatışmayı da zayıf buldum. Oysa onlar, oyundaki dramatik karşıtlığı sağlayan iki uç karakter. Bence Tolga'nın oynadığı Baron'un tepkiselliği ifadelerine daha iyi yansımalı.
***
Tayfun Çebi, eserdeki zenginliği ve gösterişi göz alıcı bir dekorla ortaya dökmüş. Oyunun duygusunu ve mekanın ihtişamını çok etkileyici bir şekilde yansıtmanın yanı sıra, sahnede derinlik sağlayan tasarımıyla da başarılı bir iş çıkarmış.
Kostümler ise gayet şık ancak yukarıda bahsettiğim gibi ışık, kostüm ve dekordaki tonların birbirini boğması görselliği sıkıntıya sokuyor.
Şef Tulio Varas'ın yönettiği orkestranın performansını iyi buldum. Ali Hoca'nın hazırladığı koro, zaten operanın güçlü solistlerinden oluşuyordu ve etkileyiciydiler. O sahnede ölümün ve diğer dünyanın seslenişi baleye renk katmış.
Son olarak, sahne perdesini hareket ettiren tellerin kopmasıyla yaşanan stresi unutun gitsin. O nasılsa bir daha tekrar etmeyecek!