• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Korkularımız tırmanışta FİLİZ İÇKE ÖNAL

Korkularımız tırmanışta

filizicke@hotmail.com Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 19 Ekim 2009, 15:25
Prof. Dr. Yankı Yazgan'a göre, Münevver Karabulut cinayeti çocuk yetiştiren herkeste hayal kırıklığı ve öfke yarattı. Şiddete tanıklığın bedelini korkarak ödediğimize dikkat çeken Yazgan, "Korku da bir duygudur ve duyguları tetikleyen şey; özelde tek tek olaylardan ziyade, toplumda hakim olan atmosfer ve duygusal iklimdir" diyor 3 Mart 2009 akşamı bir çöp konteynırında başı kesilmiş bir genç kız cesedinin bulunması ile başlayan olaylar zinciri, aylardır -bir şekilde-hepimizin gündeminde. Onca cinayetin ve şiddet suçunun ortasında, "Neden özellikle bu cinayet?" diye sorulabilir elbette. Bu soruya cevap bulmak oldukça zor. Yine de, olası tüm cevapların ortak paydası olarak şu söylenebilir: Gazetelerin üçüncü sayfalarında tanıklık ettiğimiz; akıl ve vicdanla kavramakta zorlandığımız, dağarcığımızdaki "vahşet" kelimesinin tanımlamakta yetersiz kaldığı bunca olayın getirdiği korku, bu cinayetle birlikte doyum noktasına ulaştı. Cinayete ilişkin korkunç detayların "Soluk soluğa izleyeceksiniz" anonslarıyla anlatıldığı haber bültenlerini gözümüzü kırpmadan izlerken zaman zaman bu pornografik merakımız yüzünden dehşete düştük, zaman zaman da "İyi ki benim başıma gelmedi" avuntusu yaşadık... Öte yandan Münevver Karabulut cinayetiyle doruğa ulaşan şiddete tanıklığımız, en yakınımızdakilerin de bir gün benzer bir şiddetin mağduru ya da uygulayıcısı olabileceği korkusunu içimize sinsice yerleştirdi. Giderek bir "korku toplumu"na mı dönüşüyoruz? Eğer öyle ise korku duygusu ile nasıl baş edeceğiz? Korku toplumunda nasıl yaşanır? Nasıl çocuk yetiştirilir?... Profesör Doktor Yankı Yazgan'la röportaja giderken, içimden belli belirsiz bu cümleler geçiyordu. Röportaj sırasında yönelttiğim soruların ne kadarı bireysel korkularımdan beslendi, ne kadarı tamamen profesyonel olarak soruldu ayrımını yapmakta zorlanıyorum. Peki bu röportajı bireysel olmaktan çıkaran ne? Siz, ben, diğerleri, hatta sorularımı "bir bilen kişi" olması nedeni ile yönelttiğim Prof. Dr. Yankı Yazgan bile toplum olarak yaşadığımız tedirginliğin paydaşı. Yankı Hoca, röportajımız boyunca yaşadığımız travmaya hem psikiyatri biliminin hem de kişisel gözlemlerinin ışığında ayna tutarken, düşünmeden attığımız küçük adımların toplumsal trajedilere dönüşerek izlediği yolun da haritasını çıkardı.
-Her gün seyircisi olmak zorunda kaldığımız cinayet, kaza, tecavüz haberleri bizi giderek bir korku toplumu haline mi getiriyor?
Maalesef güvenliğin zayıf olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Burada emniyetin istatistikleri açısından konuşmuyorum. İnsanların kendini yeterince güvende hissetmemesinden bahsediyorum ve evet, pek çok kişi güvende hissetmiyor. Diyelim ki çocuksunuz; babanız ay başında maaşını alacağından emin değil... Anneniz eve biraz geç kalsa bir kadın olarak saldırıya uğramış olma ihtimali çok yüksek. Korku aslında insan zihninin çevresindeki durumlara bir reaksiyonudur. Öte yandan bazen yersiz de olabilir. Yani korkutucu bir durum olmadığı halde korkabiliriz.
-Ruh sağlığımız açısından, ortada korkutucu bir durum olmadığı halde korkmak da, sağlıksız bir durum olmaz mı?
Hepimiz için bazen gerçekte korkutucu olmayan bir şey korku verici olabilir ama sonuçta zihnimize laf geçirmek kolay değil. Korku da bir duygudur ve duyguları tetikleyen şey özelde tek tek olaylardan ziyade, toplumda hakim olan atmosfer ve duygusal iklimdir. İnsanların güvende hissetmediği bir yerde çocuklar da kendilerini güvende hissetmezler ki güvenli olmayan bir ortamın en büyük tehlikesi güvensiz hissetmektir.

YA SALDIRGAN YA EZİK
-Çocuklar böyle bir ortamdan nasıl etkileniyor?

Yetişkinlerin güvende hissetmediği bir ortamda çocuklar da kendilerini güvende hissetmeyecektir. Güvensiz hissetmenin de davranışlar açısından etkisi; ya aşırı güvenliymiş gibi davranma (saldırganlık), ya da gereksiz yere güveninizden şüpheye düşme (eziklik) olacaktır.
-Korkulardan devam edersek, Türkiye aylardır vahşi bir cinayeti konuşuyor. Bu olayı yaşayan tarafların nasıl etkilendiği ortada... Toplum nasıl bir travma aldı bu olaydan?
Hiç kimse çocuğunu katil olsun veya cinayete kurban gitsin diye yetiştirmiyor. Biz iyi hayaller kuruyoruz çocuklarımızı dünyaya getirirken ve bu tür olaylar "hayal yıkıcı" oluyor. Bu genç hanımın öldürülmesi, çocuk büyüten herkeste bir hayal kırıklığı yarattı. Anne babalar "Çocuğumuzu büyüteceğiz, suçlu mu olacak yoksa bir katil mi? Ülkemizdeki durum bu mu?" diye sormaya başladı. Her ülkede cinayetler işleniyor. Ama bu olayların açıklığa kavuşturulmasıyla ilgili başka ülkelerde daha becerikli olunduğu yönünde bir bilgimiz var ve "Biz niye böyleyiz?" diye soruyoruz. Adalete inancımız kaybolduğu için devamlı bir haksızlık duygusu içinde ve öfkeli hissediyoruz.
-Şiddetin mağduru veya uygulayıcısı olmayan çocuklar yetiştirmek için anne babalar ne yapabilir? Bunu önlemek ne kadar bizim elimizde?
Bilgisayar oyunları, sinema filmleri şiddetin kaynağı olarak gösteriliyor örneğin...

Bunların hiçbiri tek başına sorumlu tutulamaz. Hayat o kadar kontrolümüz altında değil. Çocuk ve ergenler anne babalar olarak ne kadar bizim eserimiz, ne kadar bizim dışımızdaki etkenlerden etkileniyorlar? Bir de yaradılıştan gelen genetik ve biyolojik yapı var. Saldırganlığa yatkınlık veya başkalarına duyulan empatinin zayıflığı bazı insanlarda doğuştan olmayan bir özellik. Bazıları o empatiyi de geliştirecek biçimde yetiştirilmedikleri takdirde iyice bunu kaybediyorlar ve acımasız olabiliyorlar.
-Empati yoksunluğu psikopatların tipik özelliği değil mi?
Aynen öyle. Dolayısıyla sizin, benim dehşete kapılacağımız bir eylemi "Ne var bunda?" diye yapabiliyorlar. Dahası psikopatik yapıda olan insanlar başkalarına zarar verici eylemlerde bulunmayı kendilerinde hak görüyorlar. Cinayete kadar gitmeye de gerek yok, arabasını arabanızın önüne bırakıp iki saat ortadan kaybolan bir insan da empati yoksunudur.

Yeşil ışığa rağmen yolu kontrol etmek zorundayız
-Sisteme duyulan güvensizlik de, kişisel korkuları tetikliyor mu?

Elbette. Zaten sisteme güveniyorsanız, kurallara uyulacağını biliyorsanız korku duymazsınız. Güven duygusunu veren budur zaten. Örneğin medeni bir ülkede bir yaya geçidine adımınızı attığınız anda aracın duracağını bilirsiniz, durup durmayacağı sorusu aklınıza bile gelmez. Bizler bu ülkede ne yazık ki yayalara yeşil, arabalara kırmızı ışık yandığında bile kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz. Bu tip durumlar bizi gereksiz yere tetikte ve gereksiz yere önlem alıcı kılıyor. Uygar saydığımız ülkelerdeki insanların uğraşmadığı dertlerle uğraşıyoruz.

Sürekli tetikte yaşamak ömrümüzden 7 yıl çalıyor
-Gereksiz yere tetikte olmak bize ne kaybettiriyor?

Yaratıcılığımızı kısıtlıyor. "Efendim Türklerin pratik zekaları gelişmiş" diyorlar. Lüzumsuz problemleri çözmekle uğraşıyoruz da ondan! Mesela elektrik kesilmesine karşı önlem alıyoruz. Keşke elektrik hiç kesilmese de biz de pratik zekamızı hiç kullanmasak... Başka ülkelerin vatandaşları için geçerli olmayan tehlikeleri göğüslemekle uğraştığımız için belki pratik oluyoruz, belki çok hızlıyız, hazırcevabız ama bunun bedeli var: daha erken yaşlanıyoruz! Türkiye'deki insan ömrü, komşumuz Yunanistan'dan yüzde 10 daha kısa. Suyun öteki yanı, aynı diyet, benzer genetik yapı... Ama onlardan 7 yıl daha kısa yaşıyoruz.

YARIN: KÜÇÜK SUÇLARA GÖZ YUMMAK DAHA BÜYÜKLERİNE ZEMİN HAZIRLIYOR!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.