Aşağıda okuyacağınız öykü, İngiltere'de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan 'The Little
Red Hen' kitabından bir alıntı...
Kırmızı ibikli küçük bir tavuğun elindekiyle yetinmeyip başka maceralar peşinde koşmasını, elindekiyle yetinmek yerine sağdan-soldan borç para alıp, edinme bilgilerle, iyice araştırmadan çok zengin olma hayalleri kurmasını ve sonunda hayal kırıklığına uğramasını anlatıyor.
Yani İngiliz çocuklar, daha o yaşta, tutarlı, hesabını bilen ve toplumsal bilinçle yetişiyor. İşte bu yüzden onları kandırmak zor...
Biz de masallarla, tüketime teşvik eden öykülerle dolduruyoruz çocuklarımızın kafasını... Daha o yaşta, yılda iki kez cep telefonu değiştirmesini, her gün cips-çikolata yemesini bilinçaltına kazıyoruz.
Alın okuma kitaplarını inceleyin, ama şöyle derinlemesine; ne demek istediğini anlarsınız...
Sırf bu yüzden değil mi, gelen vurdu giden vurdu bu memleket insanına... İsrafın, bilinçsiz tüketimin kucağına kolayca düştük.
Bu yüzden, en çok cep telefonu, en çok çikolata, en çok otomobil bu ülkede satılır; çünkü Türk insanının yüreğine kolayca girmek, emperlayist güçler için çabuk oyuncağıdır.
Çabuk kanar, satın almak kolaydır. Şimdi öykümüzü okuyalım.
***
Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:
- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek?
Ördek cevaplamış:
- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın.
Domuz oradan seslenmiş:
- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım.
Fare hemen atlamış:
- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin.
***
Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vazgeçmiş. Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş:
- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?
Ördek:
- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi sana satabilirim. demiş.
Domuz:
- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım, demiş.
Fare de:
- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm, demiş.
***
Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış. Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş.
Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:
- Kahveleri satmama kim yardım edecek?
Ördek:
- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin.
Domuz:
- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez.
Fare:
- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım.
***
Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış. Buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış. Çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım istemiş:
- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?
Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok.
Domuz:
- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok.
Fare:
- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.
Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.
***
Şimdi durup düşünün, biz ne yapıyoruz, diye...
GÜNÜN SÖZÜ
Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır.
Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki,
bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz.
Helen Keller
"Son"un getirdikleri!
Ekranda dizi profili artık değişmeye başladı. Ağdalı, mafyalı, eski tip buram buram Yeşilçam kokan dramlar artık yerini merak uyandırıcı, Hollywoodvari polisiye tarzına bırakmaya başladı. Bu sezon ATV de bu tarzın başını çekiyor.
Bir süredir devam eden "Son" ve dün akşam yayına giren "Uçurum" bunun en çarpıcı iki örneği... İki dizinin bir başka özelliği daha var, senaryoda ve yapımda "Ezel" ekibinin imzasının olması...
Bu da şunu gösteriyor, kurgu ve tarz yeni bir izleyici profilini oluşturuyor. Ezel'de bunun ilk adımı atılmıştı çünkü...
Şimdi meyvelerini topluyor başarılı ekip...
***
Son mesela... Bence şu sıralar izlenebilecek en iyi dizilerden... Dizi ilk ekrana geldiğinde gençlerin ilgisini çekiyordu, şimdi yaş sınırı kalktı; genç-yaşlı herkes izliyor.
Nedeni, merak uyandırmayı, farklı mekanları görmeyi, yoğun bir emek ürünü olduğunu hissettirmeyi amaçlayan bir yapım aşaması var.
İzleyici bunun farkında...
Son'un tutması gelecekte iki tarz dizi kültürünün bir süre teleizyon izleyicisini tutsak edeceği izlenimini veriyor bana; biri ajanvari entrika, diğeri tarihi entrika...
Tıpkı "Muhteşem Süleyman" gibi... Şu sıralar Fetih 1453 filminin gördüğü ilgi üzerine dizi formatında çekilmesine karar verilmesi gibi...
Bekleyip göreceğiz..