Türkiye gerçekten çok ilginç bir dönemden geçiyor. Bir yanda büyüyen ve her alanda gelişen bir Türkiye gerçeği var; diğer yanda tarihsel sorunlarını demokrasi içinde çözmeye çalışan bir Türkiye. "Demokrasi içinde çözüm" cümlesi öyle yazılıp geçilecek bir cümle değil. Türkiye çetrefilli sorunlarını demokratik araçlarla çözmeyi kolay öğrenmedi. Şu uğraştığımız sorunlar şimdiki haliyle bundan 5-6 sene önce gündeme gelmiş olsaydı eminim "vatan elden gidiyor" kaygılarıyla bir çok darbe, bir çok müdahale olurdu. Kürt sorunu gibi çok can sıkıcı bir konuyla ilgili çözüm projeleri demokrasi içinde ve kurumlar arası eşgüdümle sürdürülebilmekte. Bu tablo dahi tek başına ülkemizin çağdaşlık yolunda ne kadar mesafe aldığını göstermeye yeter.
***
Diğer yandan, Türkiye ile ilgili bir başka gerçek de şudur: Ülkemiz geçmekte olduğu bu dönemde bir çok riskle de karşı karşıyadır. Özellikle iç barış için tehdit oluşturan sorunları çözme çabasını sabote etmek isteyen pek çok odak mevcuttur ve bunlar canhıraş bir biçimde çalışmaktalar. İmralı'da yatan haydut ve onun legal-illegal ne kadar uzantısı varsa, süreci sabote etmek için devrededirler. Sokakları ateşe verip yavaş yavaş PKK'nın ne olduğunu anlayan Kürt vatandaşlarımıza "biz ayaktayız, bizden korkmaya devam edin" mesajı veriyorlar. Sadece Kürtlerin değil Türklerin duygularıyla da oynamaya çalışıyorlar ve ülkenin bir nefret duygusunun esiri olmasını istiyorlar. İşte tam bu noktada Türk basınına büyük bir sorumluluk düşüyor. Bölücülerin yaratmaya çalıştığı olayları büyütmek ve bir kaos ortamı izlenimi uyandırmak basının kaçınması gereken bir durumdur. Hiç unutmayalım, biz bu vatanın basınıyız. PKK da bu vatanın düşmanıdır. Hiçbir kötü niyet taşımamakla birlikte bizler basın olarak son günlerde iyi bir sınav vermedik. Başbakan Erdoğan'ın tepkisi biraz ağır olmuş ama söyledikleri hepten yanlış mı? Ne diyor Başbakan: "Ülkede kaos varmış gibi, her gün bu olayları evire çevire yaymak suretiyle; bakıyorsunuz Türkiye'nin her yerini bir kan gölü almış gibi gösteriyorlar. Medya bu kirli tezgahın değirmenine lütfen su taşımasın".
***
Başbakan Erdoğan'ın konuştuğu gün Genel Kurmay Başkanımız da Trabzon'dan seslendi. O da medyayı eleştirdi. Daha önce tekrarladığı "TSK'ya dönük asimetrik psikolojik savaş"ın sürdüğünü söyledi. Her olayın askere mal edildiğini belirtti. İlker Başbuğ'un sözlerinin içinde hem doğrular hem de yanlışlar vardı. Bir kere son günlerde bazı köşe yazarları Tokat'ta 7 askerimizin şehit edilmesi olayının bizzat askerlerin provokasyonu olduğunu ima eden yazılar yazmışlardır ki, bu büyük bir fitnedir. Askerleri eleştirmekte hiçbir mahsur yok ama o kurumu eleştirmenin de bir adabı var. PKK'yı eleştirmeyip Türk ordusuna söver ve iftira ederseniz bu ordunun komutanı da çıkar demokrasiye hiç yakışmayacak konuşmalar yapar.
Ancak İlker Başbuğ'un da artık şu psikolojik savaş takıntısından kurtulması lazım. Kimsenin orduya asimetrik psikolojik savaş açtığı filan yok. Ordu o savaşı o manasız takıntıları yüzünden kendi kendine açıyor. İlker Başbuğ'un önce çıkıp o "ıslak imza" planlarının hesabını vermesi gerekiyor. Önce o işlerin hesabını verin, sonra ordumuza sövenlerle hep beraber mücadele edelim.
Şimdi herkesin dayanışma içinde ülkemizi düşünme zamanı...