İlker Başbuğ gibi marazi darbe hastalığı taşımayan, her şeye rağmen demokratik nizamın ilkelerine bağlı bir asker, görev yaptığı dönemde bir taraftan darbe girişimlerine prim vermezken diğer taraftan "İnternet Andıcı" gibi açıkça suç teşkil eden bir girişimi neden hayata geçiriyor? Bu sorunun hem karmaşık bir cevabı var hem de çok basit bir cevabı. Önce basit cevabı söyleyeyim: İlker Başbuğ gibi komutanlar darbeci bir zihniyete sahip olmamalarına rağmen vesayetçi düzenin hala sürdüğünü ve bu düzenin hiç değişmeyeceğini varsayarak bir tür dokunulmazlık duygusuyla eski alışkanlıkları tekrar ettiler. Sivil mahkemeler askerleri yargılamaya kalkıyorlar, askerlerin sivil hayattaki müttefiklerini gözetim altına alıyorlar, bu nasıl olabilir, bu ne cüret? Evet, aynen böyle düşünüyorlar. Ve ardından asker öfkesi, hemen bir emir name ile hükümete gününü göstermek için tasarlanan bir plan devreye sokuluyor. Düşünülen yöntem hiçte kurmay zekasına yakışmayan bir nitelik taşıyor üstelik. Onlarca internet sitesi kurulacak, bu siteler Genelkurmay Başkanlığı tarafından işletilecek, bu sitelerde hükümeti yıpratıcı kara propagandalar yapılacak. Sonra? Sonra bu yayınlar Cumhuriyet Başsavcısı'nın önüne konacak ve AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sağlanacak. Hiç kimse de askerlere bir şey diyemeyeceği için bu plan tıkır tıkır işleyecek.
***
"Bu askerler bu kadar büyük hatayı niye yaptı?" sorusunun basit cevabı budur. Peki, bu sorunun karmaşık, gizemli bir cevabı da var mı? Evet, var. Bu 'İnternet Andıcı' hikayesine bakalım önce: Mehmet Haberal 13 Nisan 2009 tarihinde gözaltına alınıyor. Aynı an da eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hemen havaalanına koşuyor ve Haberal'ı uğurluyor. Hemen ardından dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Demirel'i arıyor ve üzüntüsünü bildiriyor. Bir gün sonra, yani 14 Nisan'da da 'İnternet Andıcı' emrini veriyor. Takip eden günlerde aslında darbeci olmayan İlker Başbuğ'un Ergenekon ve Balyoz davaları konusundaki sert ve ölçüsüz açıklamalarını, halkı yanıltma girişimlerini buraya not edelim. Sonra bir soru daha soralım: İlker Başbuğ'u yanlış işler yapmaya bu derece motive eden duygu neydi acaba? Bu konuyu düşünüyorum ve çıkarabildiğim bir tek sonuç var: Demirel ve Haberal'ın bilinen kimlikleri yanında bir de ait oldukları cemaat kimlikleri var. Herkes biliyor ki iki isim de yüksek düzeyde mason. Bu hatırlatmanın yanına İlker Başbuğ'un Kudüs'te Yahudilerin kutsal mekanında yaptığı duanın basına yansıyan resmini koyalım. Masonluğun dört hak kitabın ritüellerine eşit düzeyde saygılı davrandıklarını da ayrıca hatırlayalım. Bu satırların elbette bazılarının yaptığı gibi masonluğu kötülemek veya aşağılamak gibi anlamsız bir amacı yok. Esasen benim hiç böyle takıntılarım yok, ancak bu insanları harekete geçiren ortak motivasyon nedir diye baktığım zaman, bu ortak aidiyete ulaşıyoruz.
***
Bu satırları yazdığım sırada İlker Başbuğ hala savcıya ifade veriyordu. Hiçbir Türk, Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir askerin başına kötü bir şey gelmesini istemez. Ama dün de yazdığım gibi, maalesef Andıç davası fena halde İlker Başbuğ'a ulaşıyor. Bugünkü yargı sürecinin karakteri aynen devam edecekse, savcının hukuki tutarlılık bakımından tutuklama talebinden başka yapacağı çok fazla bir şey görünmüyor.