Profesör Atilla Yayla dünkü yazısını şu cümleyle bitiriyor: Ak Parti denizleri geçiyor, nehirlerde boğuluyor!
Bu sözde doğruluk payı var; devasa olayları, akıl almaz badireleri sabır ve akılla aşan Ak Parti şu malum Yüce Divan olayında gereksiz bir telaşın içinde görünüyor.
Ak Parti'nin telaşının nedeni yolsuzluk kavramına bağışıklığı olan bir parti olmamasından. Uzun iktidar süresinde ilk kez bu tür ithamlarla karşı karşıya. Bunu anlayabiliyoruz.
Bu arada söz konusu bakanların Yüce Divan'a gidip hesap vermeleri konusunda parti bünyesinin farklı görüşler barındırdığı anlaşılıyor. Bir kısım Ak Parti'li "bu bakanlar aslanlar gibi gitsinler Yüce Divan'da hesap versinler, zira gitmezlerse tüm seçim süresince bunu ağırlığını sırtımızda hissederiz" diyorlar.
Diğer bir kısmı ise, "bu arkadaşlarımızı Yüce Divan'a gönderirsek paralelciler bunu istismar edecekler ve 'hani 17 Aralık darbeydi?' diyecekler, onlara bu fırsatı vermemeliyiz" görüşünü benimsiyorlar.
İki görüşün de mantıklı yanı var ama söz konusu durumu yaşanan siyasi tecrübeleri hatırlayarak yeniden değerlendirmekte fayda var.
Önce şu soruyu soralım kendimize: Bu ülkede merkez sağ diye bir büyük siyasi gelenek vardı; neden yok oldu?
Çok değil, Ak Parti iktidara gelmeden 7 yıl önce ANAP ve DYP'nin toplam oyu yüzde 50'nin üzerindeydi. Bu büyük siyasi gelenek yedi yılda toz oldu gitti.
Neden? Nedeni hafızalarımızda bahar çiçekleri kadar taptaze; merkez sağın iki siyasi lideri siyaset oyununu milletle beraber oynayacakları yerde Meclis'te, Soruşturma ve Araştırma Komisyonlarında, kendi aralarında, yolsuzluk dosyaları üzerinden, dar alan siyaset oyunu olarak oynadılar.
Parmakla akladılar, parmakla suçladılar.
2002 yılında milletin bu iki partinin defterini dürmesinin altında bundan başka bir şey yok. Kimse unutmasın ki hem ANAP hem de DYP bu ülkeye büyük hizmetler etmiş iki büyük partiydi.
Bir an için Ak Parti parmak gücüyle ve seçim hesabıyla o bakanları Yüce Divan'dan kurtarmış olsun; bu durumda önümüzdeki seçimde bu konu hiç konuşulmayacak mı?
Oysa bu millet, paralel mikrobu iki seçimde de ezdi geçti. Hem de tapeler, evraklar havalarda uçuşurken. O günlerde bu alçaklıklara prim vermeyen millet bu sefer mi Ak Parti'ye kaşlarını çatacak?
Ak Parti siyaset oyununu milletle oynamaya devam etsin. Siyasi tarihimizde haklarında iddialar olan bakanlarını ilk kez kendisi Yüce Divan'a göndererek iddialar karşısındaki duyarlılığını göstersin.
CEMAAT MUHİBLERİ... HANEFİ AVCI OLAYINA NE DIYORSUNUZ SAHİ?
Cemaat değirmenine su taşıyan arkadaşlarımız bazen köşelerinde cümle aleme ahlak dersi veriyorlar. Ne güzel, şimdi biz de onları bir ahlak sınavından geçirelim: işte, 9. Ceza Dairesi Hanefi Avcı'yı, hem de giderayak, 9 yıl hapis cezasına çarptırdı. Suçu komünist örgüt üyesi olmak vs.
Şimdi, kim ne kadar çürük, kim ne kadar sağlam göreceğiz. Şu basit sorulara cevap beyler:
Hanefi Avcı bu cezaları hak eden bir suçlu mudur?
9. Ceza'nın hakimlerinin cemaat mensubu olmasıyla Hanefi Avcı'nın ceza alması arasında bir ilişki var mıdır?
Karar adil midir?
Evet veya hayır...
Ama bu sorulardan kaçmak yok. İçinizde Hanefi Avcı'yla defalarca oturup kalkmış arkadaşlar var ve Hanefi Avcı bir vakitler onlar için müstakbel MIT Müsteşarıydı.
Öyle değil miydi yoksa?
Ayrıca, bizler gibi dışardan insanlara Hanefi Avcı'yı ilk tanıştıran Cemaatin bizzat adamları değil miydi?
İsimleri de dün gibi aklımda üstelik...