Altı gündür ayaktayız, altı gündür uyumuyoruz, altı gündür değişik ruh hali içindeyiz. Kırgınız, kızgınız, öfkeliyiz, sevinçliyiz, umutluyuz, iyimseriz, tedirginiz, üzgünüz, mutluyuz, endişeliyiz vs...
Niye, neden, ne oldu?
Bir ağaç sebep oldu bütün bulara ama Başbakan'ın dediği gibi esas neden ağaç değil, iktidarın "ben bilirim, ben yaparım, siz istediğiniz kadar karşı çıkın, benim dediğim olur" yaklaşımı.
Başbakan "baba"mız olmak istiyor ama sevecen, çocukları arasında kız-erkek, uysal-asi, akıllı-deli ayırımı yapmayan, hepsine eşit mesafede yaklaşan, onları dinleyen, sözlerine kulak veren, anlamaya çalışan bir baba gibi değil, sadece kendisinin söylediğinin doğru olduğuna inanılmasını isteyen ve sorgusuz itaati bekleyen, emrinin yerine getirilmesini isteyen bir baba gibi davranıyor.
YALNIZCA DEMOKRASİ
Üzgünüm ama her daim asabi, kaşları çatık, etrafına korku saçan, bir şey söylemeye çalıştığınızda bağırıp çağıran, karşı çıktığımızda azarlayan, had bildirmeye kalkan, hatta alay eden, küçümseyen, ailenin reisi olarak her şeye karışan babalar geçmişte kaldı.
Artık ailenin bir reisi yok, anne ve baba eşit söz hakkına sahip, evde çocukların da oy hakkı var, bir karar alındığında herkesin ortak görüşüne göre hareket ediliyor. Evet, belki son sözü babalar söylüyor ama çoğunluğun isteğine göre hareket ederek ve azınlığı da mutlu etmeye çalışarak hareket ediyor.
Doğrusu da bu. Çünkü toplumun en küçük birimi aile. Ve ailede demokrasi olmazsa toplumda demokrasiden söz etmek mümkün değil.
POLİSİN TAVRI
İnsanların hiç kimseden emir almadan, duydukları ve gördükleri üzerine sokaklara dökülüp Gezi Parkı için harekete geçmelerinin veya evlerinde tencere tavayla eyleme destek vermelerinin sebebi demokratik olmayan bu tutumdu.
Genci, yaşlısı, sanatçısı, öğrencisi, Beşiktaşlısı, Fenerlisi, birbirini hiç tanımayan, birlikte yan yana yürümemiş insanların bir araya gelerek dayanışmasının altında bu "ben bilirim, ben yaparım, siz hiçbir şey yapamazsınız" tavrı oldu. Çamlıca'ya cami, Taksim meydanına beton yapı, İstanbul'a üçüncü köprü yapılırken İstanbullulara hiç bilgi verilmeden, görüşü alınmadan, emrivaki bir şekilde, oldu bittiye getirilmesi ve itirazlar geldiğinde, "İstediğiniz kadar karşı çıkın, ben böyle istiyorum, bu böyle olacak" denmesiydi. Eylemlere rağmen bu tavır sürdürüldü.
İşte esas eylem de, polisin orantısız bir güç kullanarak direnişçilere müdahale etmesi ve medyanın bütün bu yaşananlara sessiz kalmasıyla başladı. Son zamanlarda giderek artan biber gazı uygulamasıyla hiç iyi bir sınav vermeyen Türk polisi sınıfta kaldı. Artık hafızalarda silahsız insanlara tazyikli su sıkan, yere düşmüş insanlara su sıkmaya devam eden, biber gazını havaya sıkmak yerine insanların yüzüne, gözüne sıkan, öfkesini köpeklere biber gazı sıkarak dindirmeye çalışan, yakaladıkları genci altı-yedi kişi aralarına alarak dövmekte bir sakınca görmeyen polisler yer alacak.
YEŞİL ALAN
Ulusal medya da kötü bir sınav verdi. Bütün Türkiye yaşananları sosyal medyadan ve Halk Tv'den öğrendi. Gece yarısı herkes birbirini uyandırdı ve sokaklara döküldü. Eyleme katılmayı düşünmeyen Taksim'e doğru yola çıktı. İstanbul dışındakiler de öyle. Eğer polis direnişçilere biber gazıyla müdahale etmese, çadırlar yakılmasa olaylar bu boyutlara varmazdı. İstek son derece masum çünkü.
Evet, marjinali, sıradanı, örgütlüsü, örgütsüzü, laiki, dindarı Gezi Parkı'na beton yapılmasını istemiyor, meydanın yeşil alan olarak kalmasını istiyor, ağaçların sökülmesini değil, yerine yenilerinin dikilmesini ve orasının bir park olarak hizmet vermesini istiyor. Bu isteğe kulak vermek çok mu zor?