Ekonomik büyüme çok genel olarak bir ülkedeki mal ve hizmet miktarının artması olarak tanımlanabilir. Ülkenin sahip olduğu kaynakların (doğal kaynaklar, emek, sermaye) kullanım düzeyinin ve verimliliğinin artması ile mümkün olabilen büyüme, tüm ülkelerin ve yöneticilerinin gerçekleştirmeye çalıştığı bir amaçtır. Diğer taraftan ekonomik büyüme "istenen" ve "iyi" olduğu düşünülen bir durum olmakla birlikte kalitesi, finansmanı, sürdürülebilirliği ve bedeli ile de göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. Kısaca ifade etmek gerekirse büyümeye ilişkin değerlendirmelerin oldukça dikkatli yapılması; büyümenin düzeyi, kaynakları, maliyeti ve sürdürülebilirliği boyutlarının birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu durum büyük hedefleri yanında ciddi yapısal sorunları da bulunan Türkiye açısından daha büyük önem taşımaktadır. Bugünkü yazımızda, 2012 yılı ekonomik büyüme rakamlarına ilişkin bazı önemli noktalardaki görüşlerimizi açıklayacağız.
4. ÇEYREK RAKAMLARI
TÜİK tarafından açıklanan verilere göre ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerini gösteren Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, 2012 yılının dördüncü çeyreğinde yüzde 1.4 oranında artış göstermiştir. Dolayısıyla 2012 yılının son çeyreğinde mal ve hizmet üretimi 2011 yılının dördüncü çeyreğine göre az da olsa artmıştır. Verilerden Merkez Bankası'nın cari açığı azaltmak için uyguladığı ve ekonominin yavaşlamasına odaklanan politikaların dozunun iyi ayarlanamadığı anlaşılmaktadır. Bu süreçte yüzde 4 olan büyüme hedefinin oldukça altında kalınmıştır. Her ne kadar cari açığın azaltılmasında başarılı olunsa da alternatif maliyetin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Yıllık bazda büyüme verileri değerlendirildiğinde ise, kriz yılları olan 2001, 2008 ve 2009 sonrası en kötü büyüme hızı ile karşı karşıya kaldığımız görülmektedir. Türkiye'nin potansiyel büyüme hızının oldukça altındaki bu oran ile 2023 hedeflerini yakalaması oldukça güçtür.
TALEP CEPHESİ
2012 yılının bütünü açısından bir değerlendirme yapıldığında iç talebin büyümeyi yüzde 1.9 oranında aşağıya, dış talebin ise yüzde 4.1 oranında yukarıya çektiği görülmektedir. Yani arz cephesi değil, talep, özellikle de dış talep cephesi büyüme hızına etki etmiştir. Diğer taraftan 2012 yılında pozitif büyümenin gerisinde bulunan ihracat artışının sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Zira 2012 yılında 10 milyar doları aşan altın ihracatının 2013 yılında da aynı düzeyde gerçekleşmesi altın ithalatı yapılmaksızın olası değildir. Dolayısıyla büyümeyi kurtaran konjonktürel bir faktör olarak altın ihracatı 2013 yılında devreden çıkacaktır. Bu da 2013 büyüme hedefinin yakalanmasında iç talebin önemini artıran bir gelişme olacaktır.
KİŞİBAŞI GELİR
2008 yılından beri kişibaşına düşen gelir adeta yerinde saymaktadır. Hızla artmaya devam eden nüfusla birlikte değerlendirildiğinde, 2023 yılında 25 bin dolarlık kişibaşına gelir hedefini yakalamak da olası görünmemektedir. Dolayısıyla ekonomide, ekonomi politikalarında ve öncelikler vizyonunda yenilenme gerekmektedir.
Üyelerimizin gerek bizzat faaliyette bulunduğu gerekse ortak iş yaptığı alanlardaki talep miktarlarında reel gerilemeler yaşandığını resmi veriler çerçevesinde söyleyebiliriz. Ayrıca iç talebin gerilemesi, daha çok iç talebe yönelik mal ve hizmet üretimi yapan esnaf ve sanatkarlarımızı oldukça olumsuz etkilemiştir. Dolayısıyla 2012 yılı esnaf ve sanatkarlarımız için kayıp bir yıl olmuştur.
Sonuç
Türk ekonomisinin yüzde 2.2'lik 2012 yılı büyüme performansı sadece hedefin (yüzde 4) değil potansiyelinin de oldukça altında kalmıştır. Bu gelişmede ise, iç talep yetersizliği ve buna neden olan sıkı maliye ve para politikaları baş rolü oynamıştır.
Diğer taraftan 2013 yılı için öngörülen yüzde 4 oranındaki büyüme hedefine ulaşılması için de bazı ilave önlemlerin alınması gerekmektedir.
Mevcut ulusal ve küresel fotoğraf, yılın ilk üçü ayına ilişkin açıklanan veriler ve piyasalardaki durum bize, 2013 yılı hedeflerinin yakalanması için iç talebin daha fazla önem kazandığını göstermektedir. Bu nedenle para ve maliye politikalarında kontrollü gevşemeye yönelmek gerekmektedir.
Ekonomi politikası üretenler artık, başta sıcak para olmak üzere dış kaynağa bağımlı büyümenin sonuna gelindiğini görmelidirler. Ekonomide inovasyon temelli bir yapısal dönüşüm gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde Türkiye her yıl yeniden cari açık ile büyüme arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır.
O halde yapılması gereken esnaf ve sanatkarıyla, sanayicisiyle, çiftçisiyle reel ekonomiyi yani yatırım, üretim ve istihdam yaratan kesimleri dikkate alan bir makro ekonomik iklim yaratılmasıdır.