Prensesler sadece masallarda yasıyor
- Cumartesi
- Giriş Tarihi: 19 Eylül 2020
Tiyatrocu Ebru Atilla, 'bir canlı olarak kendi doğamı anlatma şeklim' dediği sanat yolculuğuna çocuk yaşta bale ile başladı. Sürekli okumanın, oynamanın, izlemenin, dansın, yazmanın ve araştırmanın yarattığı farkındalık, onu daha lise yıllarında 'kadın hakları' için mücadele sorumluluğuyla donattı. Çektiği acılardan çok etkilendiği heykeltıraş Camille Claudel'i oynadığında, Türkiye'de bu ismi neredeyse tanıyan bile yoktu. Bu oyun, kendi tiyatrosu Nienor ile dünyayı değiştirme çabasının ilk adımıydı...
● Sanatla uğraşma düşüncesi ne zaman ortaya çıktı? Çok hareketli bir çocuk olduğum için ailem beni üç yaşında bale kursuna yazdırdı. Sahneyle, müzikle, dansla tanışmam o yıllarda başladı. Sonraları müziğe merakım arttıkça o besteleri kimlerin nasıl yaptığını öğrenmek için kitaplar okumaya başladım. Okuma alışkanlığıyla bu kez de edebiyata ilgim arttı. Tüm bunlar yönümü belirlememde etken oldu.
FARKINDALIK ANI
● Kadın haklarını savunman gerektiği fikri nasıl gelişti peki? Baleye gittiğim için fiziğim ve estetik duygum geliştiğinden ilkokul ve ortaokulda hep prenses rollerini veriyorlardı. Her yıl Pamuk Prenses, Sindrella, Rapunzel gidiyordu... Ancak lise ikinci sınıfta, artık okuduklarımdan, izlediklerimden öyle çok beslenmiştim ki, insanlara prenses diye izlettiğim kadının gerçek hayatta kadına yaşatılanlarla hiç ilgisi olmadığını fark ettim. O aşık olunan, değer verilen kadın masallardaydı. Ama gerçekte şiddete maruz kalıyordu.
ERKEK İSMİYLE YAZDI
● Bunları görmeni sağlayan çarpıcı bir hikayen vardı sanırım? Bir sürü kadın hikayesi vardı beni etkileyen. Örneğin Fransız yazar George Sand romanlarını erkek ismiyle yazmak zorunda kalmış. İngiliz yazar Mary Shelley'yi okuyorum, o dönemde kimse bir kadının bunları yazabileceğine inanmıyor. Ama en sarsıcı etkiyi yaratan isim Fransız heykeltıraş Camille Claudel oldu. Ona yaşatılanlar...
CLAUDEL'İN ÖYKÜSÜ
● Neydi Camille Claudel'in yaşadıkları? Rodin, aslında ilham kaynağı olan Camille'in eserlerini sahiplenmiş. Onun hep gölgede kalmasını istediği için sürekli küçümsemiş. Başarılarını kendine mal etmiş. Ve sırf kadın olduğu için kimse Camille'i anlamak istememiş, ailesi bile... Buna rağmen direnen, evcilleştiremedikleri Camille'i tam 30 yıl akıl hastanesine kapatmışlar. İnsanlar Camille Claudel adını 100 yıl sonra duydu. Heykelleri yıllarca karanlık mahzenlerde tutuldu. ● Üniversite aşamasına geldiğinde nasıl bir yol seçtin? Üniversite sınavında Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği'ni kazandım. Ki ben sürekli opera ve bale eserlerini izleyerek, edebiyat söyleşilerine, oyunlara, konserlere, festivallere giderek zaman geçiriyordum. Aynı yıl Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi'nin yetenek sınavlarına da gizlice girdim. Oyunculuk, dramatik yazarlık ve sinema yönetmenliği bölümlerini de kazandım.
AİLEME KANDIM
● Hangisi ağır bastı? Ailem sanatın asıl işim olmasını istemiyordu. Beni karşılarına alıp, 'sen ÖSYM ile kazandığın bölümü oku, mühendis ol. Sanatı hobi olarak da yaparsın. Yine de sanatta ısrar edersen biz seni yurt dışına göndeririz, oralarda eğitim aldırırız. Bu ülkede zaten sanatçının değeri yok' dediler. Ben de henüz 17 yaşındaydım ve onlara kandım.
PARİS'TE ÖDÜL ALDI
● Mezun olduktan sonra mühendislik yaptın mı? Bu işe uygun değildim. Bale diplomam olduğu için belediyelerde ve eğitim kurumlarında eğitmenliğe başladım. Bu arada evlendim ve ikiz çocuklarım doğduktan sonra 2 yıl çalışmaya ara verdim. Ardından mutfak malzemeleri satan bir Amerikan firmasının pazarlama işine girdim. 6.5 yıl çalıştım, Türkiye'yi dünya beşincisi yaptım. Çok para kazanıyordum, Paris'te ödül aldım. Ama gördüm ki olmak istediğim bu değil. Kadınlara iş öğretiyordum, para kazanıyorlardı ama bu şiddet görmelerini engellemiyordu. Onların hakları için bir şeyler yapmanın tek yolu sanattı. Bu yüzden kariyerimin en iyi noktasında istifa ettim.
PİRAYE'YE BENZERLİK
● Sanata dönüşün nasıl oldu? Şiirler yazıyordum dergilere... Bir gün şiir etkinlikleri için gittiğim Karşıyaka Belediyesi'nde tiyatro yönetmeni Zekeriya Hocalar Piraye'ye çok benzediğimi, Nazım Hikmet anma töreninde Piraye olup olamayacağımı sordu. Buna onun karar vermesi gerektiğini söyledim. Denedi beni ve 'mükemmel bir sahne ışığın var' dedi. Böylece yaptık... Sonra Hocalar beni bırakmadı. 6 ay gece gündüz çalıştık ve Tamer Levent'in sahnelediği 'Domuz Ahırı' oyununda birlikte rol aldık. Bu benim ilk profesyonel oyunculuk deneyimimdi ve harika tepkiler aldım. 2 sezon oynadıktan sonra Zekeriya Hocalar artık kendi tiyatrosuyla yeni bir oyun sahnelemeyeceğini söyledi. Hiç beklemediğim bir anda ortada kaldım.
● Kendi tiyatronu kurdun. Oyunun Camille çok beğenildi. Yurt dışında da sahneledin Camille'i... Davet üzerine İngiltere'ye gittim ve bir buçuk ay çeşitli şehirlere turne yaptım. Tüm oyunlarımın biletleri günler öncesinden tükendi. Çünkü orada Camille'i tanıyorlar, Türkiye'de ise popüler kültürün kurbanı oluyorum. Ben de bunu eleştirecek bir şeyler hazırlayayım diyerek Andy Warhol'la ilgili kaynaklar topladım. Döndükten sonra kendi yazdığım ve tiyatrocu Gürol Tonbul'un yönettiği 'Çok Yaşa Andy Warhol' adlı performansımı İstanbul Alternatif Tiyatro Festivali'nde sergiledim. Oyun ses getirdi ve o yıl Ankara Cer Modern'de orijinal Andy Warhol sergisi açıldı. Bana da gel burada oyna dediler...
YANKI UYANDIRDI
● Andy'nin sergisi olduğu için dekora da ihtiyacın olmayacaktı... Aynen öyle. Gürol Tonbul çok yoğundu ve gelemeyeceğini söyleyip 'sen ne istersen yap' dedi. Ben de oyunu biraz değiştirerek, orada bir performans sanatçısı rolüne büründüm. Tüm ziyaretçiler beni izleyerek sergiyi gezdi. Çok hareketli bir gösteri oldu. Ardından Barcelona'ya gittim. Orada da Santa Maria Kilisesi'nde Andy Warhol kıyafetlerini giydim ve günah çıkarma telefonunda sevgilimle aşk yaşadığım sahne büyük yankı uyandırdı, performansım gazetelerde haber oldu.
PENCEREDEN ATLADIM
● Performans oyunculuğunu sürdürdün mü? Döndüm, erkek egemen toplumda dışlanan kadınları anlatan Sevim Burak'ın kitaplarını okumaya başladım. Onun bilhassa kendini gizleyen biri olması, öykülerinde görmezden gelinen kadın kahramanları beni çok etkiledi. 'Pencere' adlı öyküsünden yola çıkarak 'Önemsiz Bir Ölüm'ü yazdım. Bu bir mekan tiyatrosuydu ve Bornova Sokak'ta bir mekanın ikinci katında oynadım. Finalde koşup pencereden atlıyordum ve geri gelmeyince izleyici panikle dışarıya çıkıyor, üzeri kanlı gazete kağıtlarıyla örtülü bir modelle karşılaşıyordu. Burada ölümün şokunu yaşattığım için oyun çok tutmuştu.
● Son olarak bir yoga performansın oldu, YouTube'dan da yayınladın. Bunun hikayesi nedir? Yine kadının farkındalığıydı amaç. Çünkü modern toplumda yoga, kadının kişisel gelişim alanında kolaycı bir kaçış yolu haline getirildi. Yoga, pilates şu anda bedenleri üzerinden kadına hükmediyor. Kadın bedeni üzerinden prim yapıyorlar. İşte benim 'Şimdi Derin Bir Nefes Al' adıyla hazırladığım yoga çalışması kadının gerçek anlamda özgürlüğüne katkı amacı taşıyor. Bunun çekimlerini Artemis, Meryem Ana, Kibele gibi kadın gücünün toplandığı Selçuk'un tarihsel mekanında yapmayı seçtim.
YA CAMİLLE'İN KADERİNİ YASAYACAKTIM YA DA KENDİ KADERİMİ YAZACAKTIM
● Kendi tiyatronu kurmanın zamanı gelmişti sanki? Zekeriya Hocalar bir daha tiyatro yapmayacağını söyleyince sürekli ne yapacağımı düşündüm. Sonra birden kendime dedim ki, 'Ya sen Camille oldun?' Aynı onun gibi, adamın biri sana çok iyisin dedi, yeteneklerini öve öve bitiremedi ama ortada bıraktı. Ve şimdi ailem de güzelim işimi bıraktığım için bana deli diyordu. Ya Camille'in kaderini yaşayacaktım, ya kendi kaderimi yazacaktım. O an karar verdim, kendi tiyatromu kuracaktım ve ilk oyunumda Camille Claudel'in hayatını oynayacaktım. Böylece Tiyatro Nienor'u kurdum. İstanbul'a gittim, yönetmen Kaan Basmacıoğlu'nu aldım. GSF'den tasarımcı Aykut Beysi ile anlaştım. Metni de arkadaşım ve çocuk oyunları yazarı olan Eda Erdem'e yazdırdım. Her şey hazır olduğunda Fransız Kültür'e gittim, sahneyi verdiler, provalarımızı yaptık ve ben Camille'i 2 yıl boyunca her Cuma burada sahneledim. İnsanlar hikayeye ve oyuna bayıldılar...
Bülent GÜRLÜK