Çocukluğumdan beri beni tiyatroda en çok eğlendiren oyunlar 82 yaşındaki İngiliz vodvil ustası Ray Cooney'in yazdıkları olmuştur. Gülmesi garantili oyunların yazarı Cooney'i de bizde en çok sahneye Haldun Dormen koymuştur. Kimler kimler oynamamıştır o oyunlarda.
Cuma akşamı BKM'de Levent Kazak'ın yazıp yönettiği "Kurusıkı" adlı tiyatro oyununu keyifle izlerken aklıma ilk gelen o eğlenceli Cooney oyunları oldu. Uzun zamandır bir tiyatroda bu kadar eğlenmemiştim.
***
Konuya hiç girmeyeceğim. Çünkü sihiri bozulur. Gelelim neler hissettiğime...
Önce Levent'i kutluyorum. "Kurusıkı"yı çok güzel yazdığı ve mükemmel yönettiği için. Bir gece önce izlediğim "La Boheme" operasının çok etkilendiğim dekorundan sonra BKM'de böyle bir dekorla karşılaşacağım hiç aklıma gelmezdi. Dekor da mükemmel olmuş. Tebrikler...
Ve oyuncular... Kimden başlasam?
Gökçe Bahadır'dan başlayalım. Onu tiyatroda ilk kez izledim. Zaten ilk tiyatro oyunuymuş. 2006'da televizyonda "Yaprak Dökümü" dizisinde tanımıştım. Aslında mesleğe 2001'de başlamış. Film ve dizi oyunculuğu, bir de Ali Sunal'la kısa süren evliliği ile medyada çıkan haberleriyle sınırlıydı onu tanımam.
Ama "Kurusıkı"da inanamadığım bir Gökçe Bahadır'la karşılaştım. Kırk yıllık usta bir oyuncunun performansında bizleri şoke etti. Harikaydı. Artık onun sıkı bir takipçisi olacağım. Helal olsun Gökçe, kutluyor ve gözlerinden öpüyorum...
Mete Horozoğlu'nu televizyon dizilerinden tanıyorum. "Kurusıkı"da gerçek mesleği tiyatroculukta yine klasını konuşturuyor. O da rolünde yıldızlaştı ve mükemmel bir performans sergiledi...
Bülent Alkış ve Beyti Engin'de tam bir uyum içinde rollerini başarıyla oynadılar. Kast çok iyiydi...
***
Gelelim Selen Uçer'e...
Çok başarılı bir tiyatro oyuncusu olarak dikkatimi çeken Selen Uçer'i Ağustos ayında Açıkhava Tiyatrosu'nda 50'inci sanat yılımı kutlarken yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Hem "Kocatepe Yazz Korosu"nda yer aldı hem de "Çocuklar Gibi"yi birlikte seslendirdik. 25 Aralık'taki "Zorlu Center" konserimde de bu kez "Güzz Korosu" içindeydi ve yine birlikte şarkı söyledik. Televizyonda da Okan Bayülgen'in programında düet yaptık. Tiyatroculuğunun yanında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Şan Bölümü'nden mezun.
O zaten yakın takibimdeydi ve "Kurusıkı"da bir kez daha ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Selen'in de önünde çok büyük başarılara ve ödüllere açık uzun bir yol var. Onu da müthiş performansıyla kutluyor gözlerinden öpüyorum.
Ne mutlu bizlere... Çok, çok iyi sanatçılara sahibiz. Ve gençler çığ gibi düşüyorlar sahnelere. Yeter ki fırsat bulsunlar...
La Boheme
Ben bugüne kadar Giacomo Puccini'nin "La Boheme" operasını izlememiştim. İlk kez 1 Şubat 1896'da Torino'da sahneye konan ülkemizde de Devlet Operası'nın ilk kez 1948'de Ankara'da oynadığı "La Boheme"i hafta içinde Zorlu Center PSM'de izledim. Londra Royal Opera House ve Zorlu Center ortak prodüksiyonu olarak...
Puccini bu eseri Henri Murger'in "Bohem Hayatından Sahneler" adlı romanını okuduktan ve Paris'te Monmartre'ı gördükten sonra bestelemiş. Konu 1830'ların Paris'inde geçiyor. Monmartre o dönemde de genç sanatçıların ve öğrencilerin merkezi. Ün ve varlık peşinde koşan bu gençler yoksulluk içinde olmalarına rağmen umutlarını hiç kaybetmiyorlar ve her şeye rağmen eğlenmenin yolunu buluyorlardı...
Buna da bohem hayatı deniyordu.
Puccini, "La Boheme"i dört perdelik opera olarak bestelemiş. Ben izlediğim prodüksiyonda tasarım, dekor, kostümler ve ışığa hayran kaldım. İlk kez 108 dakikalık bir gösteride dekor değişimleri için toplam 51 dakikalık perde arası verildiğine tanık oldum. Ama değdi. Kendimi 1830'ların Paris'inde buldum. Soprano Simge Büyükedes ve tenor David Butt Philip'i çok beğendim. Kısacası orijinal kast ve koro olmasa da izlediğim "La Bohbeni mutlu etti.