Cape Town'daki en heyecanlı sabahım... Ümit Burnu'na doğru hareket etmeden Mehmet'in bistrosu 'Giovannis'te müsli, tropik meyveler ve yoğurtlu kahvaltı. 2010 Dünya Fifa kupası için inşa edilmiş ve dünyanın en iyi stadyumu sayılan dev kompleksin karşısında oluşu bu kafeye çok prim veriyor, böylece tıklım tıklım oluyor. Ama arkadaşımız yine de bizi ihmal etmiyor ve yolculuk başlıyor. Sıra sıra, birbirinden ilginç yemyeşil kasabalardan geçiyoruz. Bunların ilki ve en enteresanı Liandudno. Burası tüm ülkenin suç oranı hemen yok denecek kadar az olan yeri. İçkili restoran değil, içki satan dükkanı bile olmayan tek yer. Buradaki evler yörenin en pahalıları. 2 milyon dolardan, 12 milyon dolara kadar değişiyor fiyatları.
KÖPEKBALIKLARI
Yol devam ediyor, karşınıza balık çiftliği ve restoranları olan tipik bir balıkçı köyü çıkıyor. Hout Bay. Tam merkezinde tüm özelliklerini yıllardır koruyan dünya çapında üne sahip bir balık lokantası var. Burada girişten içerideki atmosfere kadar tarihlerindeki kaptanlar, balık gereçleri ve açık mutfağı ile haşır neşir oluyorsunuz. Dekor ve personel kıyafetlerine kadar. Mariner's Wharf...
Bu bölgenin bir özelliği daha limanından bineceğiniz tekne, birkaç dakika içinde sizi yunusların yanınana, oradan da vahşi köpekbalıklarının ortasına götürüyor. İçiniz dayanırsa beslenmelerini seyrediyorsunuz.
AT SAFARİSİ
Biraz yol alınca sakin bir yeşil atmosfere varıyorsunuz ki, burası at safarisi ile ünlenmiş, huzurlu bir belde, Long Beach. Kayalıkları ve denizi epey ünlü.
Buradan sonra yollarda maymunların ailece gezdiği bir yerden geçiyorsunuz, Monkey Valley (Maymun vadisi). Noordhoek Beach. Ama bu şirin görünumlü maymunlara güvenmemeniz gerekiyormuş. Camları kapıyoruz, çünkü bunlar hem hırsız hem de hafif saldırgan oluyormuş. Bu arada geçtiğimiz her yörede dizi dizi Porche arabalar görüyoruz. Porche iventi varmış, bu tarz spor arabaların en çok satıldıgı ülkelerden birinde imişiz. Bir de yollarda önleri açık, dev çadırlar içinde her türlü Afrika hediyelik eşyanın satıldığı hatıra dükkanları var. Onlarca turist buralarda park ediyor, rengarenk görüntüler oluşturuyor.
Buralarda ünlü bir yöreden geçiyoruz. Kommetjie... Burada dev kayaların arasında bir tanesi var ki aynen bir deve heykeli, tabiat harikası diye oturup seyrediyor insan. Camel Beach'e (Deve sahili) yaklaştıkça heyecan doruğa çıkıyor. Hep beraber Emel Sayın'ın CD'sine eşlik ediyoruz. "Dünyanın bir ucundan kalkıp bana gelseydin" Cape Hope tak'ının altından geçip uzun bir uçsuz bucaksız vadinin içinden geçiyoruz. Burada bazı hayvan sürülerine raslamak doğal, hele içerilerde. Bu arada yandan epey yollar ayrılıyor. Buralara 1488'de ilk ayak basan Portekizli denizci Bartholomeo Dias veya 1497'de ikinci gelen Vasco da Gama ile ilgili veya o devirde yapılmış bazı tarihi yerleri yerleri görmek için ayrılan bu yollar. Tabii ki biz sonraya bırakıyoruz, heyecan 'Cape of Hope' yani Ümit Burnu için dorukta. Önce Ümit Feneri'ne çıkıyoruz minik asansörle. Burada bulunan Avrupalıların inşa ettiği en eski yapı olan kilise çok önemli tarih severlerce. Ziyaretine Kanada ve İtalya'dan gelen iki rahiple resim çektirdim ve gazeteye basabilme izni istedim. Türk olmam onlara çok değişik geldi sanırım hem evet dediler hem de çok sevgilerini gönderdiklerini yazmamı istediler.
Geldik buranın en mühim bölümüne. Aşağı indiğinizde asıl gemilerin karaya gelip ilk ayak basılan yeri. Orada ayağınızı suya sokuyorsunuz. Düşünün Atlas Okyanusu ile Hint Okyanusu'nun birleştiği noktadasınız. Yaaaa bu seyahat güzel bir şey, tabii ki pozitif olup her şeyi temiz ruhunuzla karşıladığınızda. Dünyanın bir ucundan birkaç hatıra alıp dönüş yoluna geçiyoruz.
PENGUEN CENNETİ
İçinden geçtiğimiz Simon's Town da gorülmesi gereken yörelerden. Bu kasaba zamanında deniz ordusu büyüklerini ağarlamış. Bu yüzden hepsinden daha değişik bir mimari, yaşam tarzı olan bir bölge. Bu arada hiçbir yerde fazla bir şey yenilmiyor çünkü Boulder'a endeksledik kendimizi.
Boulders, harika bir kasaba, tabii ki yeşillikler içinde, tabii ki deniz kenarında... Ama bir farkla burası 'penguenler cenneti'. Önce minicik bir bistroda yemeğimizi yiyoruz. burada öğreniyoruz ki bu yöredeki minik oteller çok revaçta imiş. Penguenlerin yaşadığı bölge hemen restonun yanı başında. Ne özeller, ne guzeller... İlginçliklerle karşılaşıyoruz. Çift çift plastik kutuların başında yatmış nöbet bekliyorlar. Bu kutularin içinde yumurtaları var. Bazıları bu modern yolu seçmemiş, kendileri kazdıkları tabii çukurları tercih etmiş. Buraları inceledikten sonra kayalıklara geçiyoruz, işte orada genç penguenler tüm şirinlikleriyle tatillerini yapıyorlar. Bir ara bu canlıların sadece soğuk yerlerde yaşadıklarını düşündüm. Hemen oralardan bilgi aldım. 4 penguen türü varmış, bunlar Afrika pengueni imiş.
Aklıma gelmişken, Cape Town'un yazı Ocak-Şubat gibi oluyor, sıcaklık genelde 27 derece, kışı Temmuz-Ağustos sıcaklık genelde 18 derece oluyor. Hani 40'lara pek varmıyor. Ama en buyük özelliği, 27 derecede kısa sürede bronlaşıyorsunuz.
TAZE BALIĞIYLA ÜNLÜ
Dönüşe devam yolunda muhteşem plajlarıyla ünlenmiş çok özel bir yöre. Özelliği burada da içki muhabbeti yok, içki satılmıyor ve bu tarz yaşamdan hoşlananlar burada yaşamayı tercih ediyor. Evlerdeki intizam, çiçek dizaynı bile değişik.
Hemen ardından geçtiğimiz yöre galeriler, çok şirin bistrolar, antikacılarla dopdolu çok ama çok sıcak bir yer. Kalk Bay... Burada halen işlevde olan bir liman var, bir de tekneden alabileceğiniz taze balığıyla ünlü bir kasaba.
Rüya gibi geçen bir günün gecesi de hızlı olunca ertesi günki şehir içi turu da bir o kadar iyi olur, yarın görüşüyoruz...
SALI: CAPE TOWN ŞEHİR TURU
