''Kendinize kutular yapmışsınız, orada öylece oturuyorsunuz!'' diye bağırıyor sahnedeki oyuncu. Şiddetin hakim olduğu her yerde yaşayan insanların duyarsızlığını, tokat atarcasına yüzlerine vuruyor. Kimileri için kurtuluş kendi kutularına çekilmek olsa bile, şiddet enselerinde ölüm korkusunu hissettirecek bir nefes gibi aralarında dolaşıyor. Çünkü ortalık barut fıçısı. Sertlikten, ezilmişlikten, acıdan ve ölümden kaçış yok.
Ne paranın, ne gücün, ne hakkın, ne de saklanmanın hayatta kalmak için bir garantisi var. Herkes birbirini, rahatlıkla arkadan vurabilecek kadar değerlerini yitirmiş. Sadece sokaklar değil, insanların yüreği de en küçük bir kıvılcımda patlamaya hazır. Ve sizler de, kimin nerede inflak edeceği belli olmayan bir zamanın kıyısındasınız.
'Barut Fıçısı', toplumsal ve ahlaki çöküşün boşluğunu şiddetin doldurduğu bir travma sürecinin ürünüdür. Balkanlardaki iç savaş ve parçalanmayla birlikte, aynı çatı altında yaşayan, ortak bir geçmişi paylaşan toplumun 'ayrıştığı', 'ötekileştiği' bir dönemi günümüze taşıyor. Tabii ki olaylara yabancılık çekmiyoruz. Ne de olsa Balkanlardan sızan barutun pis kokusu, bugün herkesin burnunun direğini sızlatacak kadar evrensel boyutlara ulaşmış durumda.
Psikolojik ve sosyolojik şiddetin etrafımızdaki çemberi daralttığı şu günlerde, İzmir Devlet Tiyatrosu'ndaki 'Barut Fıçısı', bizi bir kabare ile uyandırmaya çalışıyor. 'Kendi kendinize kutular yapmış, orada öylece oturuyorsunuz' diye bağırıyor sahnedeki oyuncu... Peki, patlayan bir barut fıçısının kabaresi olur mu? Şaka mı bu, yoksa bir oyun mu? Aslı şu ki, şakası olmayan bir oyun!
***
Acıyı yaşamış Makedon yazar Dejan Dukovski'nin sadece diyaloglar halinde kaleme aldığı, yönetmen Gürol Tonbul'un ise her sahneye sözlerini yazdığı şarkılar serpiştirerek, danslar hazırlatarak, müzisyenler getirterek, kukla ve pandomim ekleyerek gerçeküstü bir kabareye dönüştürdüğü 'Barut Fıçısı'nı izlerken büyük keyif aldım.
Işık ve renklerin gözümüzü ateş kırmızısına bürüdüğü çerçevenin içinde onbir sahnelik şiddet var. Gürol Tonbul aylarca akıl yormuş ve kuru bir metinden, sahne sanatlarının her türünü harmanladığı bir gösteri ortaya çıkarmış. Aksiyonun dorukta seyrettiği 'Barut Fıçısı'nda, tüm kadro en küçük bir aksamaya meydan vermeden olağanüstü performans sergiliyor.
En büyük handikap, oyuncuların sık sık rol çalması. Aşağıdaki sahneyi izlerken, bir taraftan Deniz Özgökbel'in oynattığı kuklaya ya da müzisyenlere kayıyor gözleriniz. Hele yukarıda sunucuyu canlandıran Hakan Dönmez mimik ve hareketleriyle rolünü öylesine yaşıyor ki, anlatımın doğrudan içinde olmadığı anlarda bile izleyiciyi kendisine kilitliyor. Kimi sahnelerde neyi izleyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Her aksiyonu yakalamaya çalışırken, adeta gözünüz dönüyor.
***
İlk sahne oyunun özetini verircesine, toplumsal yapının bozukluğuna ilişkin fotoğraflar sunuyor. Kutuplaşmaya, şiddete, ezilmişliğe, ikiyüzlülüğe, yalancılığa kanunsuzluğa karşı unutkanlığın, kabuğuna çekilmişliğin ve yabancılaşmanın çelişkisini aktarıyor. İkinci sahnede birbirini aldatan iki arkadaşın konuşmaları, Balkanlarda eskiden kardeşçe yaşayan toplumların dağılmasıyla oluşan karşıtlığı ve ahlak çöküntüsünü hicvediyor.
Ardından insani ihtiyaçların yoksunluğu, kıskançlık ve güvensizlik, hapis ve özgürlüğün sorgulanması, kaçış, Amerikan rüyası, kendi köklerine dönmenin özlemi ve zamanın neler kaybettirdiği sıralanıyor...
***
Dekor ve kostümler, ışığın anlatıma katkısı gayet başarılı. Dekorda Tayfun Çebi yine hünerini konuşturmuş. Sahnede çok işlevsel ve zekice bir tasarım yer alıyor. Sahneyi çevreleyen dekor hiç değişmeksizin birbirinden farklı bölümlerin amacına hizmet edebiliyor. Sadece sahnenin niteliğine göre, ortada değişikliklerin yapılması yetiyor. Bu kadar değişken sahnelerin altından, izleyiciyi zorlamadan kalkmayı başarmış Tayfun Çebi...
Son olarak, 'Barut Fıçısı' günümüz toplumunda kutuplaşmalar yaşayan Türkiye'nin büyük dersler çıkarması gereken bir oyun. Bu anlamda sanatın yol göstericiliği ve güncelliği açısından da büyük kazanım sağlıyor izleyiciye...