Cumruriyet'le birlikte Türk sanatına çağdaş ve evrensel bir kimlik kazandırma çabalarını, neredeyse kendi kültürümüze sırt çevirmekle eş tutan çarpık bir anlayışa rastlıyoruz bazen. Oysa toplumsal her alandaki yenilenmeyi modernliğin koşullarına göre programlayan Atatürk, hiçbir zaman köklerimizi inkar eden ve o güne kadar ki üretimlerimizi yok sayan bir politika sergilememiştir.
Aksine dil, tarih ve kültürümüzün araştırılmasını, saklı kalmış yönlerinin ortaya çıkarılmasını ve zenginleştirilmesini teşvik etmiştir. Ama bunu yaparken özellikle Türk sanatının kendi sınırlarımızın dışında da kabul görebileceği bir norma sokulmasını istemiştir. Bunun için batı sanatının bilgi ve tekniklerinden yararlanmak, hatta ihtiyacımız olan eğitmen kadrolarının yetişmesini sağlamak amacıyla Avrupa tarzı konservatuvarların kurulmasına öncülük etmiştir. Birçok sanatçımızın Avrupa'ya gitmesini, kazanacakları bilgi ve görgüyle ulusal kültürümüzün gelişmesine hizmet etmesini de öngörmüştür.
***
Bu sayede Cemal Reşit Rey, Ahmed Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses gibi 'Türk beşleri' olarak tarihe geçen ve ülkemizde klasik müziğin kurulmasını sağlayan büyük besteciler yetişmiştir. Henüz çocuk yaşta olağanüstü yetenekleri keşfedilen ve aldıkları Avrupa eğitimi sayesinde Türkiye'nin adını dünyaya duyuran İdil Biret'ler, Suna Kan'lar, yine Atatürk'ün sanatta çağı yakalama uğraşlarının ürünüdür.
Tüm bu gelişmeler Türk müziğini yüzüstü bırakmak ya da Batı etkisi altında eritmek değil, çağın çok gerisinde kalan müziğimizle evrensel bir çizgiyi tutturmanın temellerini atmak içindir.
***
Durduk yerde aklıma gelmedi elbette bu düşünceleri aktarmak. Geçtiğimiz gün Sabah'ın Günaydın ekine röportaj veren Özdemir Erdoğan'ın ağzından satırlara dökülen, ''En büyük yanlışlık önce Batı müziği konservatuvarları kurulmuş, önce Batı müziği yapılmış... Orada yetiştirilen çocukların kendi kültürlerinden hiç haberleri yok. Kendi müziğimize karşı tavır almışız. Köksüz bir şey olmaz...'' cümlelerini okuyunca düşüncelerim harekete geçti.
O dönemde kendi halk müziğimiz tek sesli, modern tekniklerin imkanlarından soyutlanmış, evrensel bir zevk uyandırmayacak kadar yetersiz ve yavandı. Atatürk'ün, milletin musiki zevkinin ve bilgisinin bu müzikle sınırlı kalmasını istemeyişi kadar normal bir yaklaşım olabilir mi? O dönemde Batı müziğinin Türkiye'de yerleşmesi, öğrenilmesi ve kendi halk müziğimizin ezgilerinin de çağdaş bir armoni kazanması için bazı uygulamalara gidildi. Her şeyden önce müziğimizin çağdaşlaşmasını sağlayacak öğretmenlerin yetişmesine ihtiyaç vardı.
***
Bu beklentilerden hareketle, Batı müziğini yerleştirme ve öğretmesi amacıyla, Muzıka-yı Humayun İstanbul'dan Ankara'ya nakledilerek RiyasetiOrkestrası adını almıştır. Müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musiki Muallim Mektebi açılmıştır. İstanbul Darülelhan Şark Musikisi Şubesi kapatılmış, okulun adı İstanbul Konservatuvarı olarak değiştirilmiştir. Müzik öğrencileri eğitim için Avrupa'ya gönderilmiştir. Ankara Devlet Konservatuvarı kurulmuş ve ilk opera bale, devlet tiyatrosu, senfoni orkestrası sanatçıları burada yetiştirilmiştir.
Türk sanatına yüksek bir kültür kazandırmak ve kendi müziğimizin gelişmesi adına çıkarımlar sağlamak için atılan bu adımlar olmasa mıydı?
Atatürk çağın gerisinde kalan halk müziğimizi, Batı'nın tekniği sayesinde evrenselliği yakalayacak bir noktaya taşımayı amaçlamıştır. Batı müziği konservatuvarlarını kurmadan bu hayalin gerçekleşmesi mümkün müydü? Atatürk müziğimize verdiği önemi, "Biz Batı'nınkini zevkle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada saygıyla dinlenecek halde olmalıdır" sözüyle açıklamıştır. Tek sazlı müzikle kendi köklerimize taparak nasıl başaracaktık bunu?
***
Atatürk döneminde konservatuvardaki 'Şark Musikisi' bölümü kapatılmış, yerine Türk Sanat Müziği'nin repertuvarını oluşturacak tasnif ve tespit heyeti kurulmuştur. Bu heyet 180 şarkının nota ve güftesini tespit ve tasnif ederek yaımlamıştır.
Ayrıca halk müziğimizin derlenve kompozitörler tarafından işlenmesine önem verilmiş, Anadolu illerine defalarca geziler düzenlenerek derlenen ezgiler, 'Halk Türküleri' adıyla yayımlanmıştır.
Yine Atatürk'ün kurdurduğu 'halkevleri'nde Türk müziğinin bütün dallarında derleme, araştırma, eğitim çalışmaları yürütülmüştür. Halkevleri yerel şairlerin, ses ve saz sanatçılarının buluştuğu, müziğe meraklı gençlerin Türk sazlarını çalmayı, türkü söylemeyi öğrendiği yerler olarak kültür evleri kimliğini korumuştur.
Görüldüğü gibi Türk kültürüne sırt çevrilmemiş, müziğimizin ortaya çıkarılması, korunması ve çağdaş bir çizgiye oturtulmasının yöntemleri oluşturulmuştur o dönemlerde...