Malum, bayramdaydık ya... Anne babaların çocukları, büyüklerin küçükleri, patronların çalışanları, başkanların personelini sevindirmesi adetten...
Bu yüzden geçtiğimiz günlerde gazete sütunlarını kaplayan kucaklaşma haberlerinde bol bol 'müjdeler'le, 'sürprizler'le karşılaştık.
Özellikle belediye başkanları, memur ve işçilerine kıyaklar geçti, ağızlarına baklavalar tıktı, zamlar verdi, toplu iş sözleşmelerinde yeni destekler sağladı...
Güzel haberler şu günlerde 'çifte bayram' yaşattığı için, verenin de, alanın da ağzı kulaklarında.
***
Ama bırakın ekstra ikramiyeleri, destek zamlarını cebe indirmeyi, iki ay önce girdikleri belediye sınavının sonucunu öğrenemeyenler de var.
Üstelik artık bıkkınlık geldi, heyecanlarını ve kazanma arzularını da yitirdiler. En azından, adam yerine konup bir açıklama bekliyorlar.
Bu sınav geçerli ya da değil, tekrar edilecek ya da edilmeyecek, kadro kurulacak ya da kurulmayacak, nedeni şu veya bu...
Belli ki üstüne yattınız. Bari bir neden uydurun.
***
Anlayan anlamıştır... Büyükşehir Belediyesi'nin, Gençlik Senfoni Orkestrası için açtığı kadro sınavından söz ediyorum.
İki aya yakın zaman geçti.
Gelişmeleri başından beri izleyen bir gazeteci olarak, kendileri kadar ben de o gençlerin akıbetini merak ediyorum. Hatırlarsanız, geçen haftaki yazımda da 'açıklama' beklediğimi yazmıştım.
Ama belediyeden çık çıkmadı...
***
Bu, şu demek:
"Ey orkestra için kadro sınavına giren genç sanatçılar, Büyükşehir Belediyesi olarak sizi saymıyoruz, kişiliğinize ve sanatçılığınıza saygı duymuyoruz.
Ne haklarınızın, ne hayallerinizin, ne de mesleğinize duyduğunuz aşkın bizim gözümüzde bir değeri var."
Bitmedi...
Sınav kurulunda yer alan, Devlet Senfoni ve Opera Bale'nin müdürleri ile sanatçıları da nasibini alıyor bu sessizlikten.
Büyükşehir, onların da kişiliğini, kariyerini, unvanını ve emeğini bir kenara atıyor.
Çok ayıp, çok. Neden korkuyorsunuz?
Onca zamandan sonra, bayramda güzel bir haber almayı en çok da genç sanatçılar hak etmişti!
Bugün 10 Kasım...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Büyük Kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı ve minnetle anıyoruz. Ama O'nun aziz hatırası için put gibi dikelip, 'bir dakikalık' saygı duruşunda bulunmak yetmez.
Önemli olan, gösterdiği hedeflere ne kadar yaklaşabildiğimizi doğru muhakeme etmektir. Atatürk bize, Cumhuriyet'i yaşatacak ve büyük medeniyetlerle aynı seviyeye getirecek devrim mücadelesine sahip çıkmamızı vasiyet etti.
O, yangın yerinden kalma vatan topraklarının dumanı tüterken kurdu Cumhuriyetimizi... En yakın iki şehir arasındaki ulaşım uzun saatler alıyordu.
Toplu iğneyi ithal edecek kadar iktisadi yetersizlik içindeydi Türkiye. Ve yetişmiş kadrolardan da yoksundu...
İşte Atatürk böylesi şartlarda, hem eğitimli kuşakların yetişmesini sağladı hem de çağdaşlaşma ve ekonomik bağımsızlığa dayalı bir kalkınma hamlesi başlattı.
Yabancıdan borç almadan, sıfır enflasyonla, karşılıksız para basmadan, Cumhuriyet tarihinin rekor düzeyindeki 'büyüme' rakamlarını yakaladı.
Güçlü, modern, sanayileşen ve tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği bir Türkiye yarattı.
Sorulacak tek soru var, O'na layık olabiliyor muyuz?