Bülent Gürlük

90 yıldır, küllerinden doğuramadık İzmir'i...

Her fırsatta, inci gibi Körfez'in gerdanına yayılmış sevgili İzmirimizin güzel bir dünya şehri haline gelme ihtimalini tartışıyoruz.
Bunun için özellikle kentin kültür ve tarih mirasına sahip çıkmak gerektiğini, tozunu alarak günışığına çıkarmaya çalıştığımız eski mekanların da ancak uluslararası çapta festivallerle bütünleştiğinde sınırlarımızı aşan yankılar yaratabileceğini yazıp çiziyoruz.
Ne yazık ki İzmir'in, yerin üstünden çok toprağın altında kalan tarihi değerlerini ortaya çıkarmaktaki reflekslerimiz yıllardır tutukluk ediyor.
Bergama, Selçuk, Kadifekale, Agora... Ve yıllardır iğneyle kuyu kazma hızıyla yol aldığımız daha birçok antik bölgemiz, üzerindeki toprağı silkip güneşi göremiyor.
Oysa İzmirimiz, omuzlarındaki mirasa yakışır bir kültür kenti konumuna geri dönmekte çook gecikti, çok...
***
Acizliğimiz, coğrafyamızdaki gizli tarihi keşfederek medeniyete teslim etme güdüklüğüyle de sınırlı değil. Acı ki İzmir'de yaşamış değişik kültürlerin izlerini silmek, kentin tarihselliğini yansıtan mimari zenginliğimizi kendi ellerimizle yakıp yok etmek konusunda da üzerimize yok.
Bu konudaki talihsizliğimiz, İzmir'in düşmandan kurtarıldığı gün kıvılcımı çakılan ve Körfez'i kapkara dumanların kapladığı bir kül yığını ortasında bırakan 'Büyük Yangın'la başlıyor.
O yangını kimlerin çıkardığına ilişkin kesin bulgulara ulaşamamakla birlikte, Levantenlerin anılarında başıbozuk bir Türk kumandanın verdiği 'yakın' emirleri de dikkat çekiyor.
Zaten ister Ermeniler, ister Yunanlar yapmış olsun, yangın sırasında ve sonrasında işin üzerine hiç düşülmediği gerçeği apaçık ortada.
***
Dün Hürol Dağdelen'in köşesini, İzmir'in 70'li yıllardan kalma bir fotoğrafı süslüyordu. Hürol abi yazısında, fotoğrafı işaret ederek Konak'ta yıllarca inşaat halinde kaldıktan sonra yıkılan opera binasına dikkat çekiyor ve o yapının tamamlanmayışıyla neler kaybettiğimize değiniyordu.
Şimdi takvimi biraz daha geriye götürelim ve 1922'deki 'Büyük Yangın' öncesine gidelim. Benim, Dağdelen'inki gibi yarım sayfa yerim olmadığı için fotoğraf koyamayacağım ama dileyen o yıllardaki sanat mekanlarının görüntülerine internetten bakabilir.
Ayrıca ünlü işadamı Lucien Arkas'ın, Arkas Sanat Merkezi'nde sergilediği fotoğraf koleksiyonunda da eşsiz karelere rastlamak mümkün.
O dönemde, hem de Pasaport'ta denize nazır yükselen 'Le Grand Theatre de Smyrne' adlı opera binasının bir eşi, bugün bile Türkiye'nin hiçbir yerinde mevcut değil! Çünkü Cumhuriyet öncesindeki İzmir'in rıhtım boyları, şimdiki gibi avam eğlence mekanlarına yataklık etmek yerine, lüks sayılacak bir kültür hayatının canlılık merkeziydi.
***
Levantenlerin yoğun yaşadığı eski İzmir'in eğlence anlayışı, şık hanım ve beylerin her gece sinema, tiyatro, opera ve müzikli dansların yapıldığı balo salonlarını doldurmasından oluşurdu.
Farklı kesimlerin iç içe ama ortak bir yaşam dilinde buluştuğu İzmir, kültür yapısı kadar, ticaretin, turizmin ve ekonominin de adeta başkenti durumundaydı.
Savaş sonrasında emperyalist güçlerin pençesinden kurtardığımız güzelim kenti, ne yazık ki yangınlardan, yağmalardan ve doğa koşullarından koruyamadık.
Ama motifleri silinse de eski İzmir'in kimliğine yakışır bir kültür ruhu da uyandıramadık. 90 yıldır, Büyük Yangın'ın küllerinden günümüze yakışır bir opera binası bile doğuramayışımızdan belli değil mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.