Avrupa-İzmir Caz Festivali'nin kapanışıyla aynı geceye denk gelen 'Çakırcalı Efe'nin ilk gösterimine gidemedim. İzmir Operası'nın 17 Mart'ta prömiyerini yaptığı baleyi sezonun son temsilinde yakalayabildim.
Tarihe geçen en ünlü ve karizmatik efelerimizden Çakırcalı'nın hayatını anlatan oyunun koreografisini son derece yaratıcı buldum. Efelerin eşkıyalığı ve Osmanlı askerleriyle mücadelesi kadar, kahramanların psikolojik çatışmasını da etkileyici bir şekilde öne çıkaran danslar gayet orijinaldi.
İhsan Bengier'in baleyi tiyatral motiflerle güçlendirdiği koreografisi mutlaka görülmeye değer.
***
Ya o dansçılar... Bengier'in zekasını hareketlerle dokuyan oyunlarıyla hepsi de harikalar yarattılar.
Çakırcalı rolündeki Sertan Yetkinoğlu'nun efeliği kimseye bırakmayan duruşu, estetiği, dans performansı ve duygu aktarımları 10 numaraydı. Çakırcalı karakteri üzerine cuk oturmuş... Kamelyalı Kadın'da geri planda olmasına rağmen temposuyla dikkat çeken Sertan, bu eserde yeteneğinin doruğuna bayrak dikmiş...
Reji açısından sevgili Sertan'ın tek göze batan tarafı, Çakırcalı'nın ölümüne dek hiç yaşlanmayışı, hep aynı delikanlı edasıyla oyunu tamamlamasıydı.
***
Bu arada Efe'nin kadınları Fatma ile Iraz'ı canlandıran Gamze Yıldırım ve Koza İpek, Kara Sait Paşa'yı oynayan Bülent Özdemir, Hasan Çavuş Cengiz Kılıç, Çakırcalı'nın annesi rolünde Meltem Yorulmaz ve Postluoğlu Mehmet'in yerinde Barış Türksever de danslarıyla son derece başarılı bir görüntü çizdiler.
Özellikle canlı ve coşkulu danslarını ifadeleriyle süsleyen Gamze Yıldırım ve Koza İpek muhteşemdiler.
Diğer efeleri, askerleri, kadınları oynayan dansçılar da hiç aksamadılar.
Gürcan Kubilay'ın, iç ve dış mekan yaratıcılığı sağlayan işlevsel dekoru çok hoşuma gitti. Kostümleri de sırıtmayacak bir kararlılık içinde tasarlamış. Rolleri dönemine uygun, en yalın ve gerçekçi biçimde kılığa dökmeyi başarmış.
***
Çakırcalı Efe'nin bestesi Cem İdiz'e ait. İdiz müzikleriyle Ege'nin ünlü efesine hayat vermiş ama sahnedeki gerilimi ve dramatik dokuyu akılda kalıcı ezgilerle öne çıkarmak yerine, ritimleriyle yansıtmış. Böyle olunca psikolojik iniş çıkışlarda orkestradan yükselen müzik tekdüze bir çağrışım uyandırıyor. Hatta gerilim filmlerinde izleyicinin adrenalini yükselten nakaratları dinliyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz bazen. Ama müziğin dozu, oyundaki heyecanı sürekli canlı tutmayı da başarıyor.Sonuç olarak Türk opera balesine eserler kazandıran herkesin emeğini daha kutsal saymalıyız. Çünkü bu alandaki üretimlerimiz dünyanın çok gerisinde...
***
Gelelim rejiye...
Kimse kusura bakmasın ama librettodan kaynaklanan o anlatıcılı bölümler, koreografiyle örülen büyüyü yerle bir ediyor. Eserin tüm güzelliğini gölgede bırakıyor. Librettoyu yazan Ebru Saçar, Çakırcalı'nın karmaşık hayatını sadece balenin diliyle aktarma güçlüğünü yenmek için 'anlatıcı' kullanma gereği duymuş.
İyi de 'anlatıcı oyuncu'yla üstesinden gelmenin yolu varken, temsil boyunca iki kişiyi kazık gibi sahneye dikerek insanları baleden soğutmak niye!
Güya gazeteci kadının, Çakırcalı'yı öldüren müfreze komutanı ile yaptığı röportajın ışığında anlatılıyor olaylar.
Aslında tüm yapılan, iki kişinin karşılıklı çene çalarak Çakırcalı'nın başından geçenleri aktarması.
***
Öylesine zorlama, öylesine yapay bir kompozisyon ortaya çıkmış ki, 'eseri sabote et' deseniz bundan fazlası olmaz. Hasan Taş ve Başak Narin, boy gösterdikleri tüm bölümlerde oyundan kopuk, oyunculuktan uzak, aksiyona hiçbir şey katmadan, sesleriyle bile bir heyecan dalgası yaratmadan konuşuyorlar.
Anlatıcı dediğin seyirciyle iletişim kurar. Öyle bir oynar ve duyguya girer ki, olup bitenlere kendinizi daha çok kaptırırsınız.
Yok, ille iki kişi çıkacaksa, bunu 'röportaj' kılığına sokmak yerine dramatik bir karşıtlık kurgulayarak yaparsınız. Birbirleriyle çatışan iki kişinin oyunuyla anlatıcılığı yürütür, hem de farklı bakış açıları sağlarsınız. İzleyicinin payına da böyle trajedi düşmez!