Tarzını beğenelim beğenmeyelim, müziğiyle kendi döneminin ekolünü yaratmıştı o. Hem de henüz renklisi bile üretilmeyen televizyonun sayılı eve girebildiği 70'li yıllarda...
O zamanlar bir sanatçının insanlara ulaşabilmesi, geniş kitlelerin takdirini kazanabilmesi ve süreklilik sağlayabilmesi kolay iş değildi. Vitrine çıkabildikleri en elverişli mekan radyoydu. Yani 'tutunmak ve tutulmak' için seksi pozlara, artistik kıyafetlere değil, öncelikle yeteneğe ve işinizi iyi yapmaya ihtiyacınız vardı! Kıstas, kaliteydi. Bozuk sesinizi düzeltecek cihazlar yoktu, herkes kendini düzeltmek zorundaydı. İzleyici ya da dinleyici de seçiciydi...
***
Günümüzde ise mantar gibi biten popçuların geceden sabaha çıkardıkları mısır patlağı ucuzluğundaki şarkıların bangır bangır çalınmadığı yer var mı? Yolda, araçta, evde, dükkanda, kafede, pastanede, okulda, işte, komşuda, her yerde... En itici bulduğunuz şarkının melodisini bile zorla ezberletiyorlar insana!
Yüzü aşkın televizyon kanalları, özel radyolar, internet yayınları, youtube, sosyal medya paylaşımları... Tercihi size bırakmıyorlar, kendi tercihlerini ne yapıp edip bir kanaldan beyninize dayıyorlar.
Bir gecede ünlü olmanın, bir parçayla tanınmanın, en kimliksiz işi bile allayıp pullayıp gözünüze sokmanın yolları saymakla bitmez!
***
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Erol Büyükburç, dediğim gibi sevin sevmeyin girişte anlattığım zor yılların fenomenlerindendi.
İlk albümünü 1975'te çıkardığına bakmayın, 'Little Lucy' adlı ilk bestesini plağa kaydettiğinde yıl 1961'di. Müziğe gönül verdiği lise yıllarından sonra konservatuvarı okudu, şan eğitimini sürdürdü ve uzun, üretken sanat yaşamında her eseriyle Türk pop müziği tarihinin kilometre taşlarını döşemeyi, kendi ekolünü yaratmayı başardı.
6 taş plak, 75 adet 45'likle Türk müziği arşivinin zenginlik kaynağı olan Büyükburç, geride bin 800 civarında beste, 200'e yakın rekor sayıda ödül bırakarak aramızdan ayrıldı.
***
Pop dünyasının parlayan yıldızı, ne yazık ki müziğindeki mayayı aile yaşamında pek tutturamadı. Son zamanlardaki sinirceli ruh hali, belki de en değerli varlıkları olarak gördüğü iki kızına sevgisini gösteremeyişinin pişmanlığı yüzündendi. Zaten kendisi gibi şarkıcılığı seçen Ajlan'ı elim bir trafik kazasında erken yitirmişti.
Yeni nesil, onu bu agresif halleri ve magazin basınına malzeme yapılan çalkantılı aile ilişkileriyle tanıdı. Oysa asıl iz bırakması gereken, özel hayatıyla ilgili yazılıp çizilenlerin gölge düşüremeyeceği kadar verimli ve kendinden sonrakilere ışık tutan sanatçı kişiliği olmalıydı.
***
Ne yazık ki, müzik tarihine emanet ettiği yüzlerce şarkı ve bestesiyle hatırlanmasını sekteye uğratacak olaylar, ölümünde bile büyük ustanın yakasını bırakmadı.
Sanatın tepkici, insanı tepeden tırnağa yenileyen, tabuları yıkan ve basmakalıp öğretileri sorgulayan tarafını hazmedemeyen 3-5 meczup, cenazede helallik istendiği sırada, "Toplumun ahlak yapısını bozan adama hakkımızı helal etmiyoruz" diye çığırma gafletinde bulundu.
Cemaatin oracıkta ağzının payını verdiği bu şuursuzlarla her zaman bir yerlerde karşılaşmaya alışkındık. Ama tabutunda bedeni soğumamış bir sanatçının manevi dünyasına bile çamurlarını sıçratan şu karanlık adamların geldiği noktaya bakar mısınız!