Filiz İçke Önal

“Çocuklarımız ‘korku çiftliği’nde yetişiyor”

Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim çocuklarımız da mükemmel doğuyor diyen Psikolog Doğan Cüceloğlu: "Ürün müthiş ama çiftçilikte bir mesele var. Korku kültürü çiftliğinde otoriteler bireye güvenmiyor, sevmiyor, sürekli denetlemeye çalışıyor. Eğitim anlayışı kalıplama. Bu anlayış düşünmeyen, korkak, otoritenin izin verdiği kadar konuşan ezik tipler yaratıyor. Üstelik bu ezik tipler kendinden güçsüzü gördüğü zaman da zalim oluveriyor"
Psikolog Doğan Cüceloğlu'na göre korku kültürü, bireye "Değerin, gücün kadardır" mesajı veriyor. Bu durum, kişiler arası iletişimde "Kim güçlü olacak?" kavgasına yol açıyor. Çocuğunu uyurken seven ebeveynin korkusu çocuğun şımarması, karısına iyi davranmayan erkeğin korkusu da öyle. Korku kültüründe empatiye, karşı tarafın duygularını anlamaya çalışmaya ise yer yok. Korku toplumunun anlayışsız ve bencil hale getirdiği birey de korkuyor aslında: "Seni anlamaya çalışırsam gücümü kaybedeceğimden korkuyorum. 'Hayır' diyerek kestirip atmak daha kolay. Böyle yaparım ve gücümü kaybetmem. Sadece benim gibi düşünenleri doğru bulurum. Bu güçlendiririr beni. Benden farklı düşünenlerin ise kafası kesilmeli, zindanlara atılmalı, inim inim inletilmeli..." Doğan Cüceloğlu, korku kültürünün yol açtığı çatışmaların da "mış gibi" yaşamları doğurduğuna dikkat çekiyor.
-Korku kültürünün yarattığı ve güçlü olmak adına bencil/anlayışsız/çatışmacı hale gelen insanların bir düzeltme düğmesi yok mu? Bu kişilere "Sen böyle yapıyorsun ama geri adım attığında güçsüz olmazsın" mesajı veremez miyiz?
Bu sorunun cevabını verirken biraz geriye gitmek gerek. Diyelim öğretmen oldun, lise ikinci sınıfın kapısından içeri girdin. Gülümseyeceksin, herkesin gözüne bakacaksın, insan olarak davranacaksın.. Yarım saat sonra seni paçavraya çevirir o öğrenciler! "Aa bunun yüzü gülüyor. Ne biçim öğretmen bu be!" diyecekler çünkü. Sen de süratle bir maske takıp "Disiplin kuruluna veririm, şöyle yaparım, böyle yaparım.." demeye başlayacaksın. Buradan da ahlak kültürüne giriyoruz. Benim "Korku kültürü" kitabımı fırsat bulursan oku lütfen. Şimdi korku kültürünün ahlakı şudur: Elalem ne diyecek? Elalem yoksa vicdan yönetmiyor çünkü! Onun için bir jandarma dipçiği lazım ne yazık ki. Bunun örneklerini çok görüyorum ben. Vatandaşı kendi haline bıraktığın zaman tam bir yağmalama içerisine giriyor. Onun için birisinin mutlaka "Höt" demesi gerekiyor. Seminer veriyorum, bütün bunlardan bahsediyorum, "Çok haklısınız vallaha" diyorlar, ondan sonra kitap imzalamaya geçtiğimde kuyruğun oluşmuyor! Okul müdürünün karısı, okul müdürünün kendisi, yönetici erkan hemen öne geçmek istiyor çünkü. Tamamı ile güçlüler ve güçsüzler ayrımı yapıp ona göre hizmet vermemi istiyorlar.
-Peki ne yapacağız?
Benim bir projem var. Üç soruya cevap bulmaya çalışıyorum: Bir tanesi "Ne?" sorusu. Toplumumuza baktığımız zaman ne görüyoruz? Bunun kitabını yazdım: Mış gibi yaşamlar görüyoruz. Ne demek mış gibi yaşam? Niyet, bilgi, beceri ve eylem arasında kopukluk olması. Adam öğretmen, ama öğretmenlikle ilgili hiçbir bilginin peşinde değil. Sınıfla ilgili beceri geliştirmekle ilgisi yok. Kitap okuduğu yok! Öğretmen gibi davranmıyor. "Mış gibi" öğretmen yani... "Ben anneyim", "Ben babayım" diyor ama bununla ilgili kendini geliştirme tavrı içinde değil. Kurallara, uygulanışına bakın "Mış gibi" yaşamlar her yerde. Niçin "mış gibi" yaşıyoruz? Nedeni korku kültürü. Bunun da kitabını yazdım.
-Niçin "mış gibi" yaşıyoruz? Doğuştan bir eksikliğimiz mi var?
Hayır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim çocuklarımız da mükemmel doğuyor. Müthiş bir ürün, müthiş bir potansiyel... Ama çiftçilikte bir mesele var; korku kültürü çiftliğinde otoriteler neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tayin etmiş durumda. Sana güvenmiyor, seni sevmiyor, sürekli denetlemeye çalışıyor. Eğitim anlayışı kalıplama.
Yargılayıcı, girişimci olmayan, korkak, çekingen, otoritenin izin verdiği kadar konuşan ezik tipler yaratıyor korku kültürü çiftliği.
Üstelik bu ezik tipler kendinden güçsüzü gördüğü zaman da eziveriyor, zalim oluveriyor. Çıkar ilişkilerinde güçlü güçsüzü sömürme hakkını buluyor kendinde. "Ben güçlüyüm, ben patronum" diyor. "Bunlar dışarıda iş bulamaz nasıl olsa, karın tokluğuna çalıştıracağım" diyor.
DİLENCİLİK ANLAYIŞI
-Peki ezik güçlüyü gördüğü zaman nasıl davranıyor çıkar ilişkisi içinde?

"Allah rızası için ağabey" diyor. "Bana zamanını ver, bana paranı ver..." Bana her ay tonlarca mektup geliyor. Hepsi de dileniyor. Ya zamanımı, ya paramı dileniyorlar. "Hocam şunu gönderin ben de karşılığında şunu yapacağım" diyen yok denecek kadar az. Bedel ödemek aklının ucuna gelmiyor. Neden? Çünkü dilencilik kültürü içinde yetişmişiz.
-Bu anlayış kültürümüze yerleşmiş. Ne diyoruz: İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü.. Şu an yaşadığımız olumsuz ne varsa temelinde, mış gibi yaşama anlayışı ve korku kültürü var diyebilir miyiz? Mış gibi anne babalar, mış gibi öğretmenler, mış gibi yöneticiler mi koyuyor dinamiti bu toplumun temeline?
Ben sebep olarak bu ikisini görüyorum. Sıradaki sorum "Peki ne yapalım?" sorusu. Şu anda bunun üzerinde çalışıyorum. Korku kültüründen saygı kültürüne geçiş nasıl olabilir bunun cevabını arıyorum. Bunun da kitabı herhalde 6 yıl sonra falan çıkacak (gülüyor). Korku kültüründen saygı kültürüne geçmeyi başardığımızda insan ilişkileri de değişecek. Şu anda korku kültürü sana baktığım zaman, "Erkeğim, genç güzel bir kadın karşımda. Nasıl yararlanabilirim? Nasıl istismar edebilirim?" sorusunu sorduruyor. Saygı kültürüne geçtiğimiz zaman, kadın veya erkek olmaktan ziyade insan olmak önemli olacak. Bir insan var orada çünkü, bir can, bir öz var. Eşit, insan insana ortak bir gelecek yaratılabilir veya yaratılmayabilir. Ama saygı kültürü bana erkek olarak şunu dedirtecek; benim kadar onun da söz hakkı var. Böyle bir kültür oluştuğu zaman ailede anne, baba, nine, büyükbaba çocuğun göz hizasına gelip öyle konuşacak.
40'ından sonra azanı teneşir paklar(mı)!
-Bugünün çocukları yarının toplumunu şekillendirecek. Anne babanın çocuğuna vermesi gereken olmazsa olmaz değer nedir sizce? Hem başarılı, hem mutlu, hem de topluma yararlı bir insan yetiştirmek için vazgeşilmez bir doğru var mı?

Bir kere sen değer veremezsin. O değerlerin oluşmasına ortam hazırlaman lazım. Dürüst ol demek faydasız. Çocuğunun dürüst olmasını istiyorsan sen dürüst olacaksın. Çocuğun da kendiliğinden dürüst olacaktır ama senin sorun bunu aşan bir soru. Sen diyorsun ki bir insanın yaşamında en önemli şey nedir? Her koşulda yaşatması gereken nedir? Bunu biliyorum da nasıl anlatacağım diye düşünüyorum... Önce ifade etmeyecek şekliyle söyleyeyim, sonra da örnekle açmaya çalışayım: Çocuğa kendi yaşamında varolmayı, buna duyarlı olmayı öğretmemiz lazım. Ne demek kendi yaşamında varolmak? İnsan kendi yaşamında yok olur mu? Evet olur.
Okullara gittiğimde şöyle bir örnek veriyorum: Bakın diyorum; ben burada sıfır noktasındayken sıkılıyorum, burada olmak istemiyorum, kapıyı kapatsanız pencereden kaçasım var. Bir de 10 noktası var. Bu noktada kaptırmışım; oyun, hikaye, ya da anlatılan ders.. Çok hoşuma gidiyor. Kapıdan kovsan pencereden girerim... Burada kalmak istiyorum. Bir de ortada 5 noktası var; gitsem de olur gitmesem de... Şimdi size bir soru: Siz bu okulda ne kadar varsınız? 1 ile 10 arasında bir rakam verin diyorum. Daha şimdiye kadar "Ne demek istiyorsunuz?" diye sorun olmadı. Çocuk el kaldırıyor, "Küsurlu rakam verebilir miyiz?" diyor. Verebilirsiniz dedim, alay ediyor sandım. Ufak kağıtlar dağıttım. Çok az çocuk yuvarlak rakam verdi çoğunda küsurat var. "Niye 8,4 verdin?" diye soruyorum, "Öyle hissediyorum" diyor. Bu şuna benziyor, konferansta bir beyefendinin önüne gidiyorum;
-Adınız ne?
-Selim.
-Lütfen söyler misiniz Selim bey, benim çişim geldi mi?
Adam gülmeye başlıyor, herkes gülmeye başlıyor. Diyorum ki haklısınız çünkü bunu benim bilmem lazım. Bakın diyorum nelerin farkındayız:
Ben kimim? Niçin buradayım? Niçin bu soruyu soruyorum? Çişim geldi mi gelmedi mi? İçimdeki duygu ne? Bu adamdan gıcık alıyor muyum, almıyor muyum? Etrafımda kim var? Kendi isteğimle mi buradayım? Bu soruları sordurana "iç muhasebeci" diyorum ben.
İÇ MUHASEBECİNİ DİNLE
Konferanslarımda bunu mutlaka söylüyorum: "Lütfen" diyorum; her gün 30 saniye düşünün. Bugün hayatımda ne kadar vardım? Yazın, bir hafta sonra ortalamasını alın. Ben bu hafta ne kadar kendi hayatımdaydım? Bir ay sonra yazın. Ne kadar vardım? Bir yıl sonra yazın. Hayatınızın en önemli verisini toplarsınız. İçinizdeki muhasebeciyi dinlemeye başlayın. Bazı insanlar 40'ından sonra azmaya başlar. Neden? Muhasebeci der ki "Ulan hayatın palavra! Mezar gözüktü lan!" Adam anlar yani gerçeği (gülüyoruz).. Fakat insanın kendi yaşamında varolmasına gıcık olan kültür, onun da formülünü bulmuş. Ne diyor: "40'ından sonra azanı teneşir paklar!" Böyle korkutmaya çalışıyor bireyi.
Çocuk meselesine dönersek, kendi yaşamında varolma özgürlüğü ailede başlar. Eğer bir anne, bir kadın olarak kendi yaşamında varolmayı başarabiliyorsa; toplumda, kocası ile olan ilişkisinde çocuk da büyürken farkında olmadan bunu öğreniyor. Bir baba yine aynı şekilde önce kendi yaşamında varolmayı başarmalı. Çocuğa bunu kendi yaşamında varolarak öğretmek lazım. çünkü yaşam senin varolman üzerine kurulu.
YARIN: MUTLULUK İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR NELER?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.