Çocukluğumdan beri duyarım. "Kaçan balık büyüktür" Hatta annemin pazardan aldığı balıkları görünce "Aaaa ne kadar büyük ama bizden kaçamadı yakaladık" diye çocukça yakıştırmalar yapardım.
Yüzyıllardır ilişkiler arasında bir kovalamaca devam ediyor. Aslı astarı ne kadar geçerli diye uzun uzun düşünmeye gerek yok sanırım. Kaçan kovalanıyor. Yakalanmak isteyen yakalanıyor. İstemeyen kaçmaya devam ediyor. Belki de ilişkiden kaçan cazip olmaya başlıyor. Ne kadar doğru olduğunu zaman gösteriyor. Av ve avcı arasındaki hikayenin senaryosunda, duygusal bağların ve egoların çarpıştığı noktalarda başlayan bir serüven bu. İlişkinin kaderi işte o noktada yazılıyor. Kadın, erkek ilişkilerinin anatomisinin çözümü mahşere kalmış durumda zaten. Kime göre doğru? Kime göre yanlış? Çözümünü kim bulmuş? Dünya kurulduğundan beri bitmeyen hikayeler, her yeni nesille birlikte bu sonsuz şarkının melodileri tekrar çalmaya başlıyor. Üzerine besteler yapılmış aşk hikayelerinde, hep kavuşma ve kaçma dürtüsü yok mu?
BAĞIMLILIK KORKUTUR
İki taraftan biri hep nazlıdır. Fethedilmek ister. Kaçtıkça değerinin arttığını ve karşı tarafın onu daha çok seveceğini zanneder. "İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar" diyen Özdemir Asaf, bu dizeleri söylerken acaba hangi duygular içindeydi? Bazen de, alışkanlıkların yarattığı bağlılıkları çözmek imkansızdır.
Vazgeçmediğimiz duyguların bitmeyen fasiküllerinde hangi kaçışlar var ki? kaçmak bir yana; bağımlı olmaktan deliler gibi korkarız. Belki de sevdikçe kaçıyoruz. Kaybetme duygusunun getirdiği depresyona alışık değiliz. Kişisel gelişim kitaplarının çoğunda bağımlı olmanın yanlış bir duygu olduğunu dayatırlar.
Bazılarının yorumuna göre; iki insan birbirine değer veriyor, birbirini seviyorsa 'kaçan kovalanır' mantığı olmazmış. Ama ilişkilerin başlangıcında çekingenlik, utangaçlıktan dolayı ister istemez kaçma eylemi oluyormuş. Ama ilişki başladıktan sonra taktikler varsa o ilişki; sevgi ve güvene dayalı bir ilişki değilmiş. Tartışmaya açık bir söylem diyelim. Aslında söz konusu aşk; sadece bir değil birden fazla oyundan oluşuyor. Çünkü; bu hayatın, ta kendisidir. Nasıl bizim duygularımız varsa, nefes almak yetmiyorsa, hayatın da "Ben buradayım" deme şekli vardır. Bunu her insan kendi iç dünyasına göre farklı algılasa da oyunun kuralları bizi eninde sonunda aynı yere götürüyor.
DEĞERLİ OLMA ÇABASI
Gerçek aşktan kaçtıkça ayaklarınız geri geri yine ona gider. Eğer; çok sevdiğiniz kişiden uzaklaşıyorsanız, "Sana kırgınım, seni sevdim, sen beni anlamadın. Bir daha benim gibi seveni bulamayacaksın" mesajı saklıdır. Sevdiğinden uzaklaştıkça daha çok sevileceğini zanneder. Kendini değerli kılma psikolojisi vardır. Özgüvenini yeniden hissetmek ister. Kanayan yerlerinin kabuk tutmasını bekler.
Peki yarım kalmışlıklar, tamamlanamamış duygular yeniden karşımıza çıkmaz mı? İçimizi acıtan her şey, bir yanardağ şiddetinde her hangi bir zamanda ark yapmaz mı?
Kaçan da kovalayan da aynı çıkmazın içindedir. Kalan mıdır terk eden? yoksa giden mi? İki kişi arasında yaşanan duygular hep "sır" kalacaktır. Anlaması zor... Anlatması daha da zor. Aşktan kaçan bir yürek... Onu kovalayan bir hasret.
İnsan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor. Marcel Proust