Kedinin beyliği fareyi görene kadar
Bir yıl su gibi geçiyor. Soya çekimi savunan adam, konağa geliyor. Akşam yemeğine davetli. Ev sahibi masanın başında çıngırağını bir çalıyor, bizim kedi smokinler içinde şık bir uşak olmuş. İki ayağı üstünde dikilerek küçük bir tepsiyi servis etmekte... Ev sahibi gülümsüyor; 'Gördün mü?' diyor. 'Eğitim nelere kadir....'
Bizim davetli cebinden çıkardığı minik fareyi kedinin önüne atıveriyor. Kedi tepsiyi fırlattığı gibi düşüyor farenin peşine! Bu kez gülme sırası konukta! 'Asıl sen görmedin mi? ' diyor. ' Kedinin beyliği fareyi görene kadardır.'
Eğitim elbette çook çok önemli. Bu ülkenin tüm geri kalmışlıklarının ardında eğitim sıkıntılarımız yatıyor. Dünyada sayılı ülkede yapılabilen yüz nakli ameliyatlarının ard arda üçüncüsünü biz gerçekleştirebiliyoruz. Yine de denizi geçip derede boğulmayı başarıyoruz. Bölgesel eğitim farklarımız hayli yüksek. Halka, en zayıf zinciri kadar sağlamdır. Nitekim bizim dünya çapında doktorlarımız varken hizmet personelimiz nal toplayabiliyor. Bir yanda yüz nakli yapıyor, öbür yanda nakli yapılan organların ya da bir kısım cihazın nakledildiği karton kolinin altı yırtık olabiliyor, yolda dökülebiliyor. Bakın, işte bu sadece eğitim eksiği değil, adamsendecilik ! Adamsendecilik dersen, vallahi bizde genetik !
Ben, soya çekimcilerdenim. Genetik mirasın önemini savunanlardanım. Faşist falan zinhar değilim, yanlış anlaşılmasın! Asil azmaz, tuz kokmaz diyenlerdenim. Aynı zamanda şu gerçeği da fark edebilenlerdenim : Eğitim bilincinizi tamamıyla etkilese de bilinçaltınızı aileniz şekillendirir. Gerek genetikle, gerekse davranışla.
Normal şartlarda son derece uygar davranan kendini çok geliştirmiş kişiler dahi olağanüstü durumlarda, panik anlarında bilinçaltlarındaki aile koduna uygun davranırlar. Çalma fırsatı bulamayan hırsız kendini namuslu zanneder. Her kedinin fareyle imtihan edileceği gün gelir. İşte o gün, o an geldiğinde; sık sık eleştirdiğiniz ananız olmuyorsanız, babanız gibi davranmıyorsanız ben buna değişim derim. Fareyi gördüğünde tepsiyi bırakmayanlardansanız, ne mutlu sizlere!
Büyük beyaz kadın balığı
Bir öğrencim, ağırlıklı olarak kadın yazıları yazmamdan yola çıkarak, 'Hocam güzel yazıyorsunuz, bazen haklı tesbitleriniz de var ama neden kadınlara bu kadar takıntılısınız? Yoksa kadın düşmanı mısınız?' deyiverdi. 'Kardeşim, kadınlar okuyor, ilgileniyor ve paylaşıyorlar. Geri bildirim veriyorlar' gibi bir yanıt her ne kadar doğru olsa da yazar kimliğim açısından renkli ve doyurucu olmayacaktı. Ben de öğrencimin arzu edebileceği türden, 'Çok yazar kokan' bir yanıt verdim:
'Kadınlardan asla nefret etmiyorum. Aksine, onlara ve sahip oldukları güçlere hayranım. Ancak nefret etmemem, korkmadığım anlamına gelmiyor. Kadına karşı adına 'huşu' dediğimiz, korkuyla karışık bir saygı duygusu içindeyim. Güzelliğini aynen bir büyük beyaz köpekbalığını takip eder gibi güvenli bir mesafeden izlemek istiyorum.. İnsan, bilmediği, tanımlayamadığı şeyden korkar en çok. Güvende olabilmek için onları elimden geldiği kadar tanımlamaya çalışıyor, sözcüklerden bir kafes inşa ediyorum kendime ve kadın denen enfes yaratığın o geniş yüzgeçlerini savura savura etrafımda attığı turları keyifle izliyorum. Hepsi bu!'
Bahtiyar Demirci: Son şövalye
Hayatımda iki adam tanıdım ki, adamlık kıyafeti üzerlerinde pek bir şık duruyordu. Biri Ali Hikmet Urgancı. Öz be öz amcam. İnsanı yoracak derecede kibar bir insandır. Seksen yaşındaki bu adam, yarı yaşındaki yeğenine 'Bey' diye, 'siz' diye hitap edecek kadar naziktir. Allah ömür versin ona. Yanlış bir iş yapmış, tüccar olmuş. Onun yeri büyükelçilikti.
Ve ikinci adam, bir salon erkeği. Boylu boslu, yakışıklı. Kadına kadın olduğunu bu kadar iyi hissettirebilen bir bekar. Şiir okur gibi konuşur, tekerlekler üzerinde bir rayda kaydırılıyormuş gibi yürür, her an tiyatroda bir balo sahnesindeymiş gibi dikkatli ve bir erkeğe yakışabilecek oranda zarif hareket ederdi. Altmış yaşlarındaydı. Hem canının her çektiğini söyler ve haksızlığa karşı susmaz, hem de bunu kavga etmeden, gönül kırmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden yapabilirdi. Sözle değil, işle öğretirdi. Yani amir pozisyonunda da olsa, ne yapılacağını dikte etmez, önce kendi yapardı doğrusunu ki, örnek alınsın. O böyle davranırken, siz aynı tavrı göstermemekten çekinir, utanırdınız.
TRT Ankara Tv belgesel film yönetmeniydi, Bahtiyar Demirci. 208 yılında kurumuna nice belgeselle hizmet verdikten sonra emekli olmuştu. Emekliliğinden sonra kendisini çok sevdiği dernek çalışmalarına, amatör sanat müziği korosuna ve içine adım atmaktan çekineceğiniz derinlikteki kütüphanesine vermişti.
İzmir'e tayin olduktan sonra en çok ihmal ettiğim dostlarımdan biri, akıl hocam, ağabeyimdi. O namussuz hastalığa daha fazla direnemedi.
Eğer uzaya dünyalıyı tanıtabilmek üzere bir kapsül gönderilse ve içinde bizi temsil etmek için tek bir adam konulsa o, Bahtiyar Demirci olurdu. Modası geçmiş bir şövalyeydi o ve zırhını da alıp gitti. Güle güle usta, gittiğin yerlere bizden selam götür .'İnsan' neymiş, görsünler...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.