Cinsiyetsiz...
Ayrıca bu konu bizim kültürümüzde sanıldığından çok daha eski! Manisalı ürolog ve kültür adamı operatör doktor Fahrettin Er, bana bir Osmanlı tıp kitabı gösterdi. Kitap, minyatür çizimlerle altında arapça tarifleri içeriyor. Osmanlı'da hermafrodit (çift cinsiyetli) kişilerin tek cinsiyete çevirilmesi üzerine olan ameliyatlar bile gösterilmiş. İnanılmaz! Daha o devirde bu ameliyatlar yapılıyor. Pekiyi, kişinin hangi cinsiyetinin kalacağına kim karar veriyor? O devirde bu tür ameliyatları üç ayrı yetkili imzalarmış. Ayrıca, hasta ile bir ay civarı konsültasyonlar yapılarak, hangi cinsiyete yakın hissettiği belirlenir, ameliyat da ona göre gerçekleştirilirmiş.
Cinsel kimlik çatışmalarına dünyadan yeni bir örnek de Kanadalı Witterick ve David Stocker. Onlar çocuklarını cinsiyetsiz yetiştirecekmiş. Bak sen! Çocuklarının cinsel seçiminin aynı din seçimi gibi zorlama olmaksızın, hür irade ile gerçekleşmesini isteyen uçuk aile, çocuklarının giyimi dahil hiçbir şeyine ilk yıllarda karışmayacakmış. Hemen pPsikiatri uzmanı dostum Doç. Dr. Zeki Yüncü'ye sordum durumu...
Yüncü, çocukların cinsiyet seçiminde mutlaka bir modele ihtiyaç duyduklarını, bu olmazsa kendilerini kaybolmuş hissederek fena halde bocalayabileceklerini, ailenin bu davranışı ile çocuğuna yarardan çok zarar vereceğine inandığını söyledi. 'Peki, ya hormonal durum cinsiyet üzerinde ne kadar belirleyici' diye sorduğumda, Yüncü, hormonal durumun elbette belirleyici olduğunu, ancak illaki bir özgürlük verilmek isteniyorsa, çocuğun görünen cinsiyeti haricindeki bir seçim durumunda ailenin bu demokrat tavrı sürdürmesinin daha yararlı ve destekleyici olduğunu belirtti.
Pek tabi ki uç bir aile davranışı olan bu yetiştirme tarzının genelleşeceği düşüncesiyle endişe duymak yersiz! Ancak hepimizin başında olan durum, bu ailede de farklı bir biçimde kendini göstermiş; ailelerimiz kendilerini çeşitli hallerde bizim yerimize koyup empati geliştireceklerine, eksiklerini, kendi yapamadıklarını bizi avatar olarak kullanmak suretiyle yapmaya çalışıyorlar... Yani, bizi kendilerinin yerine koymak gibi çarpık bir davranış şekli geliştiriyorlar. Biz de babamızın olamadığı doktor, annemizin olamadığı avukat, Witterick çiftinin olamadığı karşı cins gibi rollere ayak uyduralım diye katır tepmişe dönüyoruz...
Ve gitti...
Kendine özgü sesi ve stiliyle Müslüm Gürses, Teoman'dan Tanju Okan parçalarına kadar okudu. Meşhur 'Kadınım' parçası, aynı sözlerle tamamen farklı bir anlam kazandı. Okan'ın orijinal versiyonunda o sert maço ses, evi terkedip giden kadınına, erkekliğe halel getirmeden kibarca 'Dön' çağrısı yaparken, Müslüm'ün o dağınık, derbeder, çaresiz yorumunda artık yapılacak bir şey kalmadığını, o kadının belki de ölmüş olduğunu hissettik.
Müslüm Gürses, içinde bulunduğu toplumun bir nevi pansumanı, apse yapmış çıban başı, ezilmişin açığa çıkan gölgesi oldu.
Şarkılarının isimleri arasında bir tura çıktım. Kabaca şöyle bir istatistik tuttum.
Bir kez aç kaldı. Bir kez yaralandı. Bir kez arkadaş kurbanı oldu. Bir kez adalet istedi ama bir kez de bağışladı. İki kez alıştı durumuna. Üç kez anlatamayınca derdini, üç kez sarhoş oldu ve tam üç kez acınacak hale düştü. Dört kez ayrıldı sevdiklerinden. On bir kez ağladı. Zira on üç kez aşık oldu, buna rağmen tam on dört kez aldatıldı.
Gerçekte bir kez büyük bir kaza geçirip ölümden döndü, ezilen başında bir plaka ile yaşamak zorunda kaldı. İnternet tarafından pek çok kez vaktinden önce öldürüldü. Sadece bir kez gerçekten öldü.
'Aşk tesadüfleri sever. Kader ayrılıkları. Yıllar geçmeyi sever. İnsan aramayı. Güller açmayı sever zaman soldurmayı. Eller birleşmeyi sever. Yollar ayrılmayı.'
En büyük aşkı Muhterem Nur'du. Nur içinde yatsın.
El Fatiha!
Kaza raporunda, çarpıp öldürdüğü köpeğin adına 'Ben kabahatliyim, sürücünün suçu yoktur' diye yazıp imzalayan adamı hangi komedi filminde görebilirsiniz? İşte bizim ölü köpeğimiz bile böyle insan canlısıdır, dosttur.
HAYTAP bağırıyor, hayvanseverler bağırıyor. 'Sokak hayvanlarına dokunmayın' diyorlar. 'Onları ölüm kamplarına yollamayın!' diyorlar.
Böyle yasayla masayla olmaz. Yasaya değil, Türk Dil Kurumu'na ihtiyacımız var. Dükkanımızın önünde nöbet bekleyen, sessiz sakin, mazlum ve de çevrenin maskotu olan hayvanlara hayvan mı diyeceğiz , yoksa hayvan sözcüğünü yeniden mi tanımlayacağız? Kediye köpeğe, eşeğe hatta hatta ördeğe tecavüz eden 'hayvana' yönelik bir yasa teklif eden yok. Onları kamplara gönderen bir düzenleme yok.
Bizde hayvan köylük yerde işimizi görüyorsa güzel, evde bizim yalnızlığımızı gideren sevgi yastığı olursa iyi, yetenekli olursa yetenek yarışmalarında cukkayı götürmek için ise ala... Yoksa? Hayvan işte! Tu kaka!
Ha, bir de Fatiha suresini ezberleyen papağan varmış, şükürler olsun. (Herhalde artık ona sahipsiz de olsa dokunamazlar.) Bence bu hayvancıkları olur da topluca itlaf ederlerse sembolik bir tören düzenleyin, papağan da hazırda bulunsun. El Fatiha!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.