Yalancının mumu Ekman'a kadar yanar
Bununla şunu iddia ediyorum. Gerçekten kandırılmak istemesek, bizi kandırmak son derece zor. Oysa 'hak etmediğimiz' ödülleri hak etttiğimize inanmak istediğimizden, karşımızdaki kişinin verdiği apaçık yalan sinyallerini görmezden gelioruz. Çünkü vaad edilen aşka, o paraya, o mevkiiye şiddettle ihtiyacımız var. Bu şiddetli arzu, kafamızın içindeki 'hırsız alarmını' susturuyor. BU yüzden yalanlara kolay inanıyoruz.
Bir beden dili eğitmeni olarak yalanın vücuttaki 'olası' sinyallerine aşinayım. Olası diyorum, çünkü hiçbir hareket tek başına yalan olarak algılanamaz. Sadece o anda oluşan bir takım rahatsızlık sinyallerini bize iletir ki biz de ekstra sorular soralım, işin gerçeğini sorgulayalım. İşimin bir uzantısı olarak bu konudaki hiçbir yazılı ya da görsel materyali kaçırmamaya çalışıyorum. Amerikan 'Lie to me' (Yalan Söyle Bana) dizisi de yalan uzmanlığını polisiye gözle değerlendiren (internette bulabilirsiniz) son derece heyecanlı yapımlardan biri...
Bu dizinin senaryo danışmanı Paul Ekman, 100 yılın en etkili kişilerinden biri seçilmiş bir psikolog. Uzmanlık alanı ise yüzdeki duygu ifadeleri ve yalan değerlendirmesi. Ekman, beden dilinin kültürden kültüre değiştiğini bildiğinden balta girmemiş kabilelere dahi giderek yedi duygunun (Korku, hayret, öfke, mutluluk, hüzün, tiksinme, küçümseme) yüzdeki hangi kasları harekete geçirdiğini saptıyor. Bu verileri de bilgisayarla işliyor.
Ekman'ın şirketi PEI,Türkiye'de Sola Unitas adlı koçluk şirketiyle paydaşlık kurarak 'Gerçeğin Analizi' eğitimini ülkemize getirdi.
Düzenenen ilk eğitimin şanslı kişilerinden biri de bu satırların yazarı oldu. Nisan'da ilk bölümünü aldığımız eğitimimiz Mayıs ayında sona erecek.
Aramızda çok farklı meslek gruplarından kişiler var. Kabin amirleri, yaşam koçları, psikologlar, yönetim kurulu başkanları, televizyoncular, otelciler...
Hatta hatta bir poker oyuncusu! Rakiplerinin yüz ifadelerinden kağıtlarını tahmin etmek isteyen bir oyuncu bile sınıfımızdaki yerini aldı. Cliff Lansley ve Aaron Garner'in eğlenceli ve samimi eğitmenliğinde geçen üç günün tek dezavantajı, eğitimin henüz sadece İngilizce verilmesinde oldu. (Eh, ben de TRT spikeri olsam da henüz BBC'de haber okumadım). Umarım yakında Türkçe eğitimler de başlar ve bu harika eğitim hızla yayılır. (İleride yalan söylemek hayal olacak haberiniz olsun.)
Temizocak caz geceleri
İzmir tüm güzelliğine rağmen renklerinin azlığı, çeşidinin kıtlığıyla bilinir. Misal, yemek ağırlıklı olarak balık- döner arasında gidip gelirken eğlence de çoğunlukla birahane ekseninde döner. Son zamanlarda Kıbrıs Şehitleri'nde renkler çoğalmaya başladıysa da özellikle farklı müzik tercihleriniz varsa, ya da sanatsal etkinlikler peşindeyseniz İzmir yaz sezonu haricinde genellikle bir tercihler çölüdür.
Özellikle sanatı besleyen şey sermayedir. Sermaye var olabilirse sanat eseri de alıcısını bulur. Bu bağlamda da İzmir, sponsor bulmakta güçlük çeken bir şehirdir. Herşeye para ayırabilen iş adamımız, iş sanata ve sanatçıya destek olmaya geldiğinde, hesabı ödememek için erkenden tuvalete gidiyorum ayağıyla masadan sıvışan müşteriye benzer.
Tabii İKSEV ile İzmir'e büyük hizmetleri dokunan bir Filiz Eczacıbaşı Sarper, Sanat galerileri ile yine sanat eserlerine sahip çıkan Arkas ailesi gibi müstesna örnekleri dışarıda tutmak gerek...
Eğer ortada bir festival yoksa kentli insan, caz müziğini nerede dinleyecek?
İşte bu alternatif geçtiğimiz günlerde yaratıldı. Temizocak ailesi, Alyans Kulüp'te Temizocak Caz Geceleri'ni başlattı.
Her Çarşamba saat 21.00'de Alyans'ın birbirinden hoş lezzetlerini tadıp ardından da caza doymak için harika bir fırsat bu! Davulda Ayhan Öztoplu, Piyanoda Devrim Yeşilpınar, Kontrbasta Osman Yaldız'dan oluşan Ayça Gündüz Quartet, zaman zaman Jazz session bölümünde farklı müzisyenleri, operacıları da konuk olarak ağırlıyor. Geçenlerde bu bölümde sevgili Renin Yükseler sahne alarak dinleyicileri mest etmişti.
Dedim ya, yazın seçenek çok. Siz bu ara bir alternatif arıyorsanız, Ayça Gündüz Quartet'i ve Temizocak Caz Geceleri'ni es geçmeyin, derim. Umarım bu şehirde daha böyle pek çok sponsorlu etkinlik düzenler, sanatçılarımızı İstanbul'a kaçırmayız.
Back to the future
Son on iki yıldır Türkiye'nin gerçeği değişmiyor. İktidar belediyeleri kendine ait yerleri imar ederek bir nevi 'uçuruyor'. Genelde merkezde olan ana muhalefete ait ilçeler ise aynen yerinde sayıyor. Misal, on yıl önce ayrıldığım Ankara'ya iş seyahati yaptığımda havalanı yoluna, Eskişehir yoluna filan baktığımda değişikliğe şaşırıyorum. Oysa Çankaya'da nostaljik bir tat alıyorum. On yıl önce nasıl bıraktıysam aynı... İlçeler arasında zaman yolculuğu yapmışım gibi bir tat farkı oluşuyor. Her ne kadar 'CHP'li belediyelere merkezi idare ödenek vermiyor' iddiası varsa, o zaman Eskişehir örneğini n'apacaz diye sormadan da edemiyorum.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.