Mutluluğun sırrı "ortak kişilik"
Bir gün süreni de var, ölünceye dek yaşananı da...
Çok güzel, çok anlamlı, çok keyifli bir yaşam süreci ama aynı zamanda eziyet, kahır ve çile yolu da...
İki ölçü de insana özgü... Doğru bir birliktelik yapmışsan evlilik hayatının en güzel yılları, ama bir hata, kahırdan öldürecek bir şanssızlıktır.
Sonuçta evlilik, yüreği yetene "Sevgi anlaşması".
***
Önceki gün bir arkadaşımızı bu mutluluk kervanına ortak ettik. Sarmaşık'ta röportajlarını ve seyahat yazılarını keyifle okuduğunuz Burcu Ilgın, yüreğine yakışan bir insanı buldu ve imzayı bastı.
Ama o ana gelene kadar, ne telaş ne telaş...
Dediğim gibi, hem kafaca, hem bedensel hem de ruhsal iki farklı insan... Bu karmaşık yaşamda, karşındaki insana güven duymak, yatağına almak, onunla bir ömrü paylaşmak, çoluk çocuğa karışmak; önce sağlık ve sabır, sonra sevgi ve özveri isteyen bir süreç...
Bunun için, önce birbirlerini anladılar, sonra dostlarına anlattılar, en sonunda da ailelerine...
Aileler birbirini tanıdı, kimi zaman gergin bazen de neşeli... Ama sancılı bir zaman dilimi; en çok da genç çifti tedirgin eden, işte bu anlaşma zeminini oluşturmak...
Sonra sırayla gelenekler, söz, nişan, düğün... Yüzük, nişan töreni, nikah ve düğün gecesi...
Nerede, nasıl, ne zaman, kaça?
Bu dört soru, çiftin gerdeğe girene kadar geçirdiği sürecin, en fazla yanıt bekleyen soruları...
Ne bir eksik ne bir fazla, her çiftin başından geçen, tatlı bir telaş bu...
Acısıyla, tatlısıyla her şeye katlanılan bir dönem yani...
***
Evlenip barklanmakla iş bitmiyor ki... Asıl sorun bundan sonra; çifti bekleyen en önemli soru, nasıl yaşayacağız?
Gerçi nikahtan önce hep bunlar tartılıp biçilmiştir ama, bazı noktalar atlanırsa, çift için bazen sevinçli bazen de üzüntülü günler de gelir arkasından...
Önce ekonomik sıkıntılar beli büker belki ama en önemli sorun, bir noktada anlaşamama...
Hem erkek hem de kadın açısından, eziyettir bu an.
Erkek haklıdır, kadın anlamaz inat eder... Kadın haklıdır, erkek ödün vermez, "Erkeğim ben" diye diretir.
İkisi de çözüm arayışına girmek şöyle dursun, anlamsız bir kavganın iki ana unsuru olurlar.
Bir de bakmışsın, birkaç gün sonra boşanma davası...
Peki o zaman, onca emek, onca gerginlik, onca telaş niye...
***
Aşk için, sevgi için elbette...
Peki ya bu sevgi birkaç aylık mı, neden yıllarca sürmesi için çaba gösterilmiyor?
Çiftler hemen pes ediyor, savaş vermiyor.
Yanıtı çok basit aslında, çekmek zor geliyor. Bir başkasına hayatı boyunca katlanmak, boyun eğmek, kişilik savaşı vermek; kadınsa dayaktan, erkekse aldatılmaktan korunmak için bir emek vermek gerekiyor.
İşte fırtına da burada kopuyor.
Evlilik her çift için emek gerektiriyor. Biri çaba gösteriyor diğeri boş veriyorsa, yürümüyor o birliktelik, bir karabasan gibi ruhları sarıyor.
***
Peki bu emek ne? Ne menem bir şeydir; para mı, pul mu, anlayış mı, cesaret mi?
Hem hepsi, hem hiçbiri....
İşin doğrusu, iki tarafın da evlilik için ortak bir kişilik oluşturması, dengeleri tutturup ömür boyu "engin" bir zaman dilimi yaratması...
Gençliğimde, büyüme sürecime büyük katkı sağlayan, Prof. Dr. Özcan Köknel'in "Kişilik" adlı kitabında okumuştum, evlilikte ortak kişiliği...
Şöyle tanımlamış Köknel anlamını:
"Evlilikte mutluluğun sırrı, ortak bir kişilik oluşturmaktır. Böylece kendi karakter yapınıza dokunmadan, sevdiğiniz insanın kişiliğini bozmadan anlaşabilir, ömür boyu mutlu olabilirsiniz."
Şöyle bir düşününce, hem de bizzat yaşayınca bunun doğru bir tanımlama olduğunu fark ediyorsunuz.
Çünkü ortak kişilik, emektir.
Çiftlerden her biri eşine saygı gösterir, aşkını sık sık dile getirir, özveride bulunur, fiziksel ve ruhsal dayatmada bulunmazsa, ömür boyu mutluluğu yakalayabilir.
Hem iyi hem de kötü günde, işte bu, "ortak kişilik" devreye girer. Kişisel kaprisler, hazımsızlıklar, kıskançlıklar ve baskın karakter kabuğuna çekilir, sevgi yumağı sarar çifti...
Evet evlilik emek ister, o da tüm bencillikten arınmış bir "ortak bir kişilik"...
Sözün özü bu.
***
Hem çalışma arkadaşıma ve eşine, hem de sevgi yolculuğuna çıkan tüm çiftlere, sabır ve mutluluk...
SÖZÜN ÖZÜ
İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
Mevlana
Ve Levent Kırca kaldığı yerden
Toplumsal hicivin tiyatro sahnesi ve ekrandaki en önemli ismi Levent Kırca, geçen yayın döneminin son aylarında tanıttığı yeni yüzleri ve yetenekli oyuncularıyla başlattığı dönüşünü, yeni dönemle birlikte pekiştirdi.
Olacak O Kadar Fox TV'de, mizahla birlikte yine, her sorumluya "gözdağı" veriyor.
Açıkça, vücut diliyle.
En güzel sarhoş taklidi yapan sanatçılarından biri olan Kırca, bu kez aylardır kamuoyunun dikkatini üzerinde toplayan "Ergenekon", "Demokratik Açılım"la ilgili hem mesaj verdi, hem de güldürdü.
"Toplum anlamazdan gelse de, anlayana kadar yanlışları eleştirmeye devam" diyen Levent Kırca, iğneyi topluma batırırken, siyasilere de "Bunun sorumlusu sizsiniz" diyor, herşeyden önce...
Ve bunu yıllardır söylüyor, oynuyor, resmediyor; anlayana...
Buna da ancak bir sanatçının yüreği yeter.
Değişimin adresi İzmir
Bir ülke insanının geleceğini çizen en önemli unsur, değişimdir. Özellikle yönetim kadrosunda...
Bunun için, yenilenmek, yani "devrim yapmak" gerekir ama toplumu da arkasına alarak...
Çünkü, bir kişinin kalkıp da, örneğin bir sivil toplum örgütünde yıllarca başkanlık yapması, örgüte dinamizm katmadığı gibi, fena halde alışkanlık yapar.
Böylece kimse sorumluluk üstlenmez; sonuçta olaylara yeni bir bakış getirmek, objektif ve farklı açıdan yorumlamak hayal olur.
Bunun da ne topluma ne de örgüt üyelerine hiçbir yararı yoktur. Bir süre sonra kimse, söz konusu kurumu ciddiye almaz.
***
Ben gazeteciliğimde, mesleki açıdan iki ismi ezberledim. Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı olarak Beyhan Cenkçi ve Nazmi Bilgin...
Yıllardır bu kaos, değişmedi. Her cemiyet üyesi de, seçimlerde bu iki isme oy verdi, pardon "padişahını" belirledi!
Aslında uğraşmak istemediği için başından savdı. Süslü sözlerden, vaatlerden de etkilendi.
Bu yüzden, uzunca bir süredir Nazmi Bilgin oturuyordu o koltukta...
Bu süreçte cemiyet yerinde saydı, demokrasiden uzak kaldı.
***
Ta ki İzmir, "Bu iş böyle yürümez, değişim şart" diyerek... İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin mayıs ayında yapılan seçimlerinde başkan olan Atilla Sertel, çok kısa bir sürede ikinci bir başarıya daha imza attı, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı oldu.
Bir devrim yaptı, bir özlemi gerçekleştirdi.
Başkan Sertel bu süreci şöyle yorumluyor: "İzmirli gazeteciler olmasaydı, bu başarıyı elde etmem mümkün olmazdı. İzmir'deki enerji ve güç başka bir yerde yok. Seçim döneminde aday olan arkadaşlarımızdan bazıları Manisa ve Aydın gibi illeri gezdiler. Ancak belirleyici olan İzmir oldu. İzmir de başlayan değişim rüzgarı Türkiyeyi kucakladı. Anadolu ve Trakya Gazetecileri çok yerinde bir karar verdi ve değişim dedi. Değişimin önünde hiçbir güç duramaz."
Demek ki, istenirse İzmir, bu ülkede "değişimin mimarı" oluyormuş, ortak bilinçle, yıkılmaz sanılan kaleleri fethedebiliyormuş...
Bu değişim güzel günlerin işaretidir, hem mesleki hem de toplumsal açıdan...
Değerini bilelim.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.