Hürol Dağdelen

Korkmak, yenilgiyi kabul etmektir...

Geçmişte yolda yürürken karşımdan gelen iyi giyimli bir adamın, cebinden birkaç saat çıkarıp "senin için çaldım abi, fiyatı uygun" diye, çalıntı malını satmaya çalışması "inanılmaz" gelmişti bana...
Çünkü, böylesine "pişkinliğe" hazır değildim o zaman...
Benim büyüdüğüm yıllarda, sevgi ve saygı vardı, mutluluk ulaşılmaz değil, bizzat insanın içinde yaşıyordu.
Para bile o kadar "efendi" değildi. İnsan en yüce değerdi ve emek, az da olsa "sürdürülebilir" bir toplumsal görevdi.
Hırsızlık, insanlık suçuydu.
Atatürk bir vatan kahramanı, tartışılmaz dünya bir lideri, Türk bayrağı da namustu.
***
Günümüz artık öyle değil...
Türk insanı, müthiş bir değişim geçiriyor. Artık daha bencil, daha vahşi, atalarına da saygısız...
Bu yüzden hazıra alışmış, eskilerin deyimiyle "Rabbena, hep bana" yaşam stilini benimsemiş bir dünya görüşü sardı her yanımızı...
Başı sıkışınca mafyaya bulaşan, emek hırsızlığını çağın gereği (!) olarak gören, konuşmak yerine şiddeti tercih eden, efendiliği pısırıklık olarak görüp dayılanan, korkutan, ürküten sevimsiz insanlar türedi etrafımızda...
İstesek de istemesek de gerçek bu...
Ötesi yok.
Hesap sormadığımız, korkup duygularımızı bastırdığımız sürece de, beynimize, vücudumuza, yaşamımıza hükmeden bu zihniyet, daha da cesaretlenecek bu gidişle...
***
Geçen gün hem gazetemde okudum, hem de bir dostumdan dinledim; İzmir'in varoşları, adeta kurtarılmış bölgeler haline gelmiş...
Özellikle Kadifekale ve civarında yaşayan halk korku içinde...
Belediye otobüsleri, bazı semtlerin son duraklarını artık es geçiyor. Yani içi öğrenci dolu otobüslerin şoförleri, can korkusuyla çocukları son durağa gelmeden indirip geri dönüyor.
Çocuklar, akşamın o karanlığında, her türlü tehlikeye açık, yüreği titreye titreye evine gitmeye çalışıyor.
Sözünü ettiğim yer, eski Kaynak yani Hasan Özdemir Mahallesi ve civarı...
Bir başka iddia da, yıllardır o bölgede yaşayan ve her fırsatta camına, balkonuna Türk bayrağı asan insanların, son yıllarda dayak ve ölüm korkusuyla değil asmayı, bayrağının adını bile anmayı unuttukları...
Koca İzmir'de hem de... Barış ve hoşgörü kentinde...
Özel günler olmasa, Atatürk'ün adını anmak bile cesaret isteyecek.
Oysa, korkunun ecele faydası yok.
***
Türk insanı, çeşitli nedenlerle, kimi zaman bir içe dönüş yaşayabilir; başka toplumlarda olduğu gibi "değişim krizi" geçirebilir.
Ama hiçbir neden, yasaların insana tanıdığı en temel hak olan, "Korunma, güven içinde yaşama" hakkını elinden alamaz.
Ne Hasan Özdemir Mahallesi'nde, ne de başka bir yerde...
İnsanını korumak, ifade özgürlüğüne sahip çıkmak devletin birinci vazifesidir.
Emniyet güçleri de, itip kakılan insanından kesilen vergilerden aldığı maaşının karşılığını ödemek zorundadır.
Okul dönüşü, o küçük yavruların, gençlerin korku içinde yaşamalarına izin vermemeli...
Gereğini yapmalı.
Korkmak, görmezden gelmek, terörü besler çünkü...
***
Sözün özü...
Herkes görevini yapmak zorunda. Bu vatan hepimizin. Çok değerli ve koca bir miras..
Hiç kimsenin şahsi çıkarlarına, hiçbir etnik kökenin hırçınlığına bırakılamayacak kadar da bağımsız ve hür bir vatan...
Türk insanı, geçmişte elde ettiği başarıları asırlardır "dik duruşuyla" pekiştirdi, kimse yıldıramadı.
Bu yüzden teröre, savaşa, iki yüzlülüğe, baskıya hep direndi ve bugüne geldi.
Peki bugün pabuç bırakacak mıyız, bu sinsi teröre?
Yenilecek miyiz, bu bölücü isteklere?
Nerede kaldı, bizim dik duruşumuz?
Durup bir düşünün hele.
***
Başka da diyeceğim yok.
İşte anne yüreği...
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan
oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu.
Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi.
***
Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı
bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler
değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı.
Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse
hiç pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu
fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek
sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi.
***
Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra
gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına:
"Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler
misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın
ya da bir sorunun var" dedi.
***
Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi: "Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla iki de bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak."
Yerli Juliette Binoche!
atv'de ekrana gelen "Kasaba" adlı bir dizi var, çok başarılı olan... Diğerlerine yaptığım vefasızlığı (!) ona gösteremiyorum; elimden geldiğince izlemeyi amaç edindim.
Hem 'Asi'yi anımsatan ilginç konusu var hem de anlatımdaki "saflık" hoşuma gidiyor.
Türk-Kürt kardeşliğini vurgulaması da cabası...
Bu yüzden, milyonların efendisi (!) Ezel'den bile daha gerçekçi ve üstün görüyorum Kasaba'yı...
Çekimler, oyuncular bir harika...
Ama biri var ki, bütün bu saydıklarımın ötesinde, özel ve çarpıcı bir oyuncu.
***
Bu isim, Lale Yavaş... Son yıllarda izlediğim en başarılı, en gizemli kadın karakter...
Dizideki adı gibi "Yağmur" bir kadın.
Öyle ki, ne zaman ne yapacağı belli değil... Bir an bakıyorsunuz gizemli bir başkasında ise hırslı...
Hem mahçup hem edepsiz...
Hem sevgili hem fettan...
Yüzü, bakışları çok şey anlatıyor; sanki hayatın haritası...
Dediğim gibi, onun gibisi henüz yok.
***
Onu hep izleyişimde, filmlerinden keyif aldığım bir Fransız yıldız gelir aklıma:
Juliette Binoche.
O da öyledir, hem mahçup hem gizemli...
Onu da izlerken görmek istediğim saflığı hissederim, her defasında...
O, Fransızların özel bir kadını, hatta son yıllarda onun üstüne "yıldız" çıkmadı.
Juliette Binoche, "duruluğun" sinemadaki adıdır.
***
Lale Yavaş da onun izinde...
Dizinin yönetmeni Cevdet Mercan'ın çabasını da unutmamak gerek. Onu bu saflığa çeken, çoğunlukla o...
Mercan, Asi'nin de yönetmeniydi.
Bence Lale Yavaş, bu gizemini korur, oyunculuğunu geliştirirse, sadece ülkemizde değil, Avrupa'da da aranan bir yıldız olabilir.
Şu an taşıdığı kimlik, geleceği için öylesine değerli çünkü.
SÖZÜN ÖZÜ
Ya ümitsizsiniz...
Ya da ümit sizsiniz.
Ya çaresizsiniz.
Ya da çare sizsiniz.
Behçet Necatigil
İKİ ŞEY
İnsanı gözden düşürür:
1) Laf kalabalığı
2) Kendini övmek, vazgeçilmez görmek
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.