Dolmakalem...
Nasıl mı, şöyle...
Prof. Barkan, yeni yılda bir "farklılık" düşünmüş ve emeğin, bilimin simgesi olan bir "dolmakalem" göndermiş dostlarına, ajandayla birlikte...
Beni en çok etkileyen ise, onun dolmakalem üzerine yazdığı satırlar...
Şöyle diyor Prof. Barkan:
***
"Bilgiyi, belgeye dönüştürürken kullanılan 'klasik' ve bu nedenle de 'gelenekleri olan' bir yazma aracıdır.
Mürekkebi değişir ama kendisi 'kalıcı'dır; kurşun kalem gibi silinip yok olmaz dolmakalemin...
Temsil ettiği değerleri bilenler kullanır dolmakalemi; kullananı 'farklı', 'ayrıcalıklı' ve 'özel' yapar.
Yaşar Üniversitesi Kültürü'nü en iyi temsil eden bilim üretme teknolojisidir dolma kalem..."
***
Çocukluğum demiştim. Evet benim de, okul yıllarımda, en çok kullandığım yazma aracı dolma kalemdi.
Mürekkebini akşamdan doldurup çantama yerleştirirdim.
Bu kalemle yazmak, büyülü gelirdi bana...
Çünkü sıradan mürekkebin, bir kalem aracılığıyla yazıya dönüşmesi, hep ilginç gelmişti.
İyi baktığın sürece bozulmaz, kullandığın sürece de mahçup etmezdi.
Hep yazar, hep çizer, asla yarı yolda bırakmazdı.
Mürekkebe, tarihi bir değer katardı dolmakalem... Çünkü, onunla vücuda gelen yazı, asla silinemezdi.
O zamanlar bunun ne büyük bir emek ve "ışık" olduğunu bilemezdim, başka alternatifi yoktu değerlendirecek...
***
Şimdi bakın çevrenize... Hiç zahmet etmeden, mürekkebine bile dokunmadığınız, ne zaman sizi yarı yolda bırakacağını kestiremeyeceğiniz bir yığın kalem modeli var.
Ama hiçbiri dolmakalem değil.
Elinize aldığınızda evet yazıyor ama, dolmakalemin verdiği zarafetten eser yok.
Onlarla yazı, yazı olmaktan çıkıyor.
"Emekçi" değil, "bilimsel kaygı"dan yoksun ve değersiz...
Yani teknoloji her zaman mutlu etmiyor insanı, onun için siz siz olun, cebinizde şöyle kallavi bir dolmakalem mutlaka bulunsun.
Yani herşeyiyle size ait, yüreğinizdeki coşkuyu hissettiren, bilgiye değer katan...
Yaşama sevinci mi dediniz, işte budur.
Köftede bile Türkiye renkleri
Hiçbir şey göründüğü gibi değil... Her işin, her işyerinin bir öyküsü var aslında...
Kimi emekten, kimi mirastan pay alıp atılıyor hayat yoluna...
Bilseniz içlerinde hazırcılar kadar, ne cevherler, ne yaratıcı insanlar var. Kılı kırk yaran, yeni bir şey üretme çabasında olan...
İşte bugün bir örneğini anlatacağım size ve bir trafik sıkışıklığı sonucu yaşadığım bir lezzeti paylaşacağım sizlerle...
***
İşim düştü havaalanı yoluna, yanımda bir arkadaşım... Karabağlar'ın Yeşillik Caddesi'ni bilirsiniz meşakkatlidir, dur kalk, dur kalk, insanı canından bezdirir.
Hele akşam saatlerinde...
İkimiz de acıkmışız, atıştıracak bir yer arıyoruz, biraz da dinlenmek; çünkü sinir harbi yıprattı bizi, özellikle direksiyon başında beni...
Tam bir kavşağa geldiğimizde, dikkatimizi çekti. Baştan aşağı yenilenince, kendini gösteren o eski Rum evinde gördüğümüz tabela ve üzerindeki "Formül Köfte" yazısı...
Daracık bir sokağa arabayı bıraktığımız gibi aldık soluğu içeride... Mekana girer gitmez fark ettiğim, ferah oluşu...
Daha çok esnafın bulunduğu bir caddede, konforlu bir yemek salonu...
Ancak karnım aç, sonra "Formül" adını verdikleri köfteyi de doğrusu merak ediyorum.
***
İşte orada tanıştık, Hasan Öztürk beyle...
Buranın fikir babası, Hasan bey... Üç sene önce, köfte merakı harekete geçirmiş Öztürk'ü... Aslında kendisi mali müşavir, ancak oğluna bir mekan kazandırma gayreti, onu bu noktalara kadar getirmiş...
Ve inanır mısınız, adı "Formül" olan köfteyi yaratabilmek için, Türkiye'nin dört bir yanını, tanınmış tüm köftecileri dolaşmış... Ve Türkiye'nin lezzetlerinden, kendi ustalığına özgü bir köfte lezzeti oluşturmuş...
Yani bir benzerini değil, aksine "farklısını"...
Her şeyden öte, "Köftenin lezzeti, etinden de geliyor. Baharatı tadında kullanmak da önemli" diyor Hasan Bey...
Köfte benim çok hoşuma gitti, arkadaşımın da... Farklı, leziz, keyifli.
***
Ama işin en ilginci, köfteden önce sunulan kuru fasulye... Ben bu yemeği, suyuna bandırmadan yemem, yavan gelir bana...
Oysa burada resmen kuru, suyunu ara ki bulasın... Ama bir lezzeti var, tüm alışkanlıklarımı bitirdi!
Onun da sırrı, fasulyenin, Erzurum'un İspir ilçesinden gelmesi... Diyor ki Hasan Bey... "İstanbul'daki firmalar, fasulyeyi daha tarlada kapatıyor. Israrcı olduk, onların arasına biz de katıldık."
***
İşini bilen insanları severim, topluma hizmet verirken, insana "değer" vereni de...
Bu mekanda, bunu buldum.
Şimdi Formül Köfte'nin bir amacı var. İzmir'in markası olup, zincir oluşturmak...
Oğul İlker Öztürk bunun için harıl harıl çalışıyor.
Neden olmasın? Neden "İzmir köfte"nin yanına bir de kardeş gelmesin?
SÖZÜN ÖZÜ
Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinelim.
Goethe
Kurnazlık mı demokrasi mi?
Bu yazıyı bir arkadaşım göndermiş bana, mailime... Yazı, çağdaş, zekasını kullanan bir toplumla, sürü cemaatini öylesine güzel özetlemiş ki. Yazarının kim olduğunu bilmiyorum, ama ellerine sağlık... Bu yazıyı köşemde kullanmasam, aklım kalırdı.
***
Almanya'nın geniş otobanlarında yol alıyorduk. Baktım ki otomobiller yavaşlıyor ve yolun iki yanına diziliyorlar, orta şerit boş kalıyor. Ne olduğunu anlamadım ama biz de öyle yaptık. Beklemeye başladık. Yolun ortası bomboş ama hiç kimse oraya direksiyon kırmıyor. Kuyrukta sakin sakin bekliyor. Biraz sonra durumu öğrendik. İleride bir kaza olmuş, yol tıkanmış. Böyle durumlarda Alman sürücüler fermuar ilkesini uygular ve iki yana çekilerek yolu polisler, ambulanslar ve çekiciler için serbest bırakırmış. Gerçekten de biraz sonra o bomboş yoldan polis arabaları ve ambulanslar neredeyse iki yüz kilometre süratle geçip gitti. Önlerinde hiçbir engel yoktu. Çok geçmeden yol açıldı, bütün araçlar hareket ederek gideceği yere vaktinde ulaştı.
***
Bu bir toplu zeka örneğidir. Alman sürücüler bu toplu zekaya sahip oldukları için sorun daha çabuk çözüldü ve daha çabuk hareket ettiler. Oysa hepsi tek tek kurnazlık etmeye çalışıp orta şeridi kullansaydı, otobanın tıkanıklığı saatlerce sürerdi ve hepsi zarar görürdü. Bu örnekte görüldüğü gibi durmadan kurnazlık eden bireylerin oluşturduğu bir toplum iyi işlemez. Çünkü kurnazlık, toplu çıkara, toplu zekaya aykırıdır. Bireylerin, dönen toplum çarkları içinde birer dişli olmayı kabul etmeleri gerekir. Zeka bunu gerektirir ve çarklar ancak böyle işler.
***
Organize toplumlarla, geri kalmış toplumların temel farkı buradadır. Geri kalmış toplumlar kurnaz bireylere, ileri toplumlar ise kurnazlığı aklına getirmeyen ve kurallara uyan yurttaşlara sahiptir. Demokrasi de ancak böyle toplumlarda yürür. Öbür türlüsü; en kurnaz olanın başa geçip kendi menfaatlerini toplum menfaati olarak yutturmasından ibarettir. Yani bir çeşit diktatörlüktür.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.