İnsan kalitesinin artması, ona verilen hizmetle başlar. Evde, okulda, kafeteryada, vapurda, otobüste, sinemada...
Kısaca yaşamın içinde olan her yerde...
Kaliteyi verirsen, karşılığını da "bilinçli birey" olarak geri alırsın.
Dünya bunu çözmüş, çağdaşlığın zirvesine çıkmış...
Biz de ise, hala "Adam sende" zihniyeti var.
Aramızda idealist insanlar olmasa, durum daha da vahim.
***
Çocukluk anılarımda, tarihi Agora ve civarı önemli bir yer tutar, özellikle Kestelli Caddesi, İkiçeşmelik...
Rahmetli babam, küçükken elimden tutup getirirdi beni Karşıyaka'dan İzmir'in tarih kokan sokaklarına...
Nedeni büyük halam...
Beni çok severdi Regaip halam; bu yüzden hep babama tembih ederdi, "Şeref, Hürol'u sık sık getir bana, onu çok özlüyorum" diye...
Babam da fırsat buldukça onunla buluştururdu beni... Halamın hiç çocuğu olmadı, bu yüzden sevgisini bana vermişti. Çocukluğum yarısı, bu tarihi sokaklarda geçti diyebilirim.
Tarihi Agora'nın hemen karşı sokağındaydı halamın eski Rum evi... Aradan 40 yıl geçti, hala duruyor, çünkü SİT kurulu yıkılmasına izin vermiyor o evi ve diğerlerini de...
İçinde şimdi Roman bir aile oturuyor, birçoğunda olduğu gibi...
***
Çocukluğumda yolculuk etmeyi severim, bu yüzden aklıma estikçe, benim için birer "değer" olan anıları yaşamaya çalışırım.
Vaktim oldukça da gelirim Agora'ya... Babamla yürüdüğüm yolların izinden giderek...
İşte o daracık, dik yokuşlu sokaklardan birinde İsmet Paşa İlköğretim Okulu...
Her geçişimde, miniklerin çığlıklarını duyarım, tüylerim ürperir.
Çünkü benim için anısı var bu okulun... Çocukken babam götürmüştü beni o okula... Belleğimin bir köşesinde kalmış bir öğretmenin beni sevmesi ve "Büyüyünce bu okula gel olur mu" demesi...
Bu yüzden o sokaktan her geçişimde, okula bakar, çocukları izler, anılara dalarım.
Ancak her geçişimde de söylenirim; çünkü boyası dökülmüş, bahçesinde çiçek açmayan, pencereleri ışık almayan okulun virane görüntüsü isyan ettirirdi beni...
Bir süre önce öğretmen arkadaşım Figen altaylar söz etmişti, güzel şeyler olmuş okulunda... Bir türlü gidemedim.
Ta ki, geçen güne kadar...
***
Bu kez işim düştü, oralara... Koştura koştura geçiyorum sokaklardan... Tahmin ettiğiniz gibi, okula da baktım şöyle bir...
Kafamı çevirdiğim an, kalakaldım. Benim için artık dünya telaşı bitmişti!
Neredeyse cumhuriyet tarihimizle yaşıt, bir dönem kız mektebi olan İsmet Paşa İlköğretim Okulu, sanki yeniden doğmuştu. Okul bütünüyle boyanmış, bahçesine çiçek ekilmiş, çam ağaçları dikilmiş, pencereleri temizlenmiş...
İdeal bir okulda olması gereken görüntü...
***
Bu mucizenin sahibini merak ettim ve çaldım kapıyı; güler yüzlü bir öğrenci çıktı karşıma, müdürün odasına kadar da eşlik etti bana...
Okula girer girmez ilk gözlemim pırıl pırıl oluşu... Duvarlar, yerler, sınıflar, sıralar... Birbirinden temiz giyinmiş öğrenciler.
Çocukların çoğu Roman... Ama hepsi de birçok yaşıtına taş çıkartır, öylesine bakımlılar...
Müdür bey, "Buyurun" diyerek karşıladı beni, ilk etapta öğrenci velisi sanmıştı ama kısacık öykümü ve şaşkınlığımı anlatınca güldü, şöyle dedi: "Övgüleriniz için teşekkür ederim ama bu mucizeyi ben değil, hepimiz gerçekleştirdik. Başta Sayın Valimiz ve Milli Eğitim müdürümüz olmak üzere, herkes... Velilerimiz, öğretmenlerimiz, Konak Belediyemiz, Roman Müzisyenleri Derneği... Benim tek yaptığım, harekete geçirmekti."
***
Okul Müdürü Osman Teğiş, ekim ayında atanmış göreve, okulun "terk edilmiş!" görüntüsüne tanık olunca da, bir devlet okulunda olması gereken eksiklerin tek tek giderilmesini sağlamış...
Genç, idealist bir insan, bir Karadeniz çocuğu, Ordulu... Heyecanı çok şey anlatıyor.
Virane görüntüsü içindeki makamını, kendi deyimiyle "bir okulda devleti temsil eden yöneticiye yakışır" biçimde yeniden düzenlemiş... Okul Aile Birliği'ni, velileri harekete geçirmiş, tuvaletler yenilenmiş, akan tavan tekrar elden geçmiş, sınıflar hayat bulmuş...
Gelir gelmez birçok projeye de imza atmış.
Kısaca her şey değişmiş burada...
Hele en çok keyif aldığım, okulun 1950, 1960, hatta 40'lı yıllarında görev yapan müdürlerin, öğretmenlerin yer aldığı fotoğrafların sergilendiği köşe...
Müdür Teğiş, "Bu resimler depoya atılmıştı. Tek tek tamir ettik; şimdi hayatta olan öğretmenlerimizi bulmaya çalışıyoruz. Onlara ulaşırsak okulumuza davet etmeyi, çocuklarla kaynaştırmayı düşünüyoruz" diyor.
O fotoğraflardaki öğretmenleri görseniz, giyimleri ve zarafetleriyle hayran kalırsınız.
Tam, Atatürk'ün resmettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş kadını ve erkeği...
***
Bu mucizeyi anlatmak için daha yazılacak çok şey var ama bence bundan sonrasına sizin tanıklık etmeniz gerek...
Gidin ve 2,5 ayda bir okulun nasıl değiştiğini gözlerinizle görün.
Bir müdürün "kaliteli insan" yetiştirme çabasına destek verin.
Son bir isteği daha var Sayın Teğiş'in... Okul bahçesinin, delik deşik olmuş zeminine beton dökülmesi...
"Yağmurlu havada çocuklar koştururken, üstleri, başları, ayakları çamur oluyor, engelleyemiyoruz" diyor.
Kapıdan çıkarken de son bir şey söylüyor bana; söyledikleri aslında bu yazının da özeti:
"Biliyor musunuz Hürol Bey, ilk geldiğimde veliler okulumuzdan ayrılmazdı, şimdi hiçbiri çağırmadıkça gelmiyor, çünkü artık bize ve çocuklarını gönderdikleri devlet okuluna güveniyorlar."
Sevgili müdürüm seni kutluyorum ve ayakta alkışlıyorum.
Bir gerçeği atladım!
Önceki gün, Tuğba Özerk'in "Dostum Bana İzmir'i Anlat" şarkısını anlatırken, bir "gerçeği" aktarmayı unutmuşum.
Dahası bir "emekçiye" vefasızlık etmişim.
Evet Tuğba Özerk, bu İzmir şarkısını olağanüstü okumuş, müthiş bir eser ortaya çıkarmış ama şarkının sözleri bir başka İzmirli'ye, Habil Ceyhan'a ait...
Sadece bu şarkı değil ki; Lara'nın okuduğu "Yanık İzi"; Zerrin Özer'in yorumladığı "İhanetin Rengi"; Seda Üren'in söylediği "Umutluyum" ve Popstar Sezen'in ilgi gördüğü "Öğren de Gel" şarkılarının sözleri de Habil Ceyhan'a ait...
Müzikleri de Ceyhan gibi bir başka umut veren genç isme, yani Murat Güneş'e ait...
Hepsi de ayrı ayrı, özel çalışmalar...
Bu "yaratıcı" insanları tanımak, yaşamak gerek aslında ve de her şarkının bir söz yazarı, bir bestecisi olduğunu da unutmamak!..
Daha yakından tanımak için Habil'i, Helin Avşar'la hafta içi her akşam Radyo Pink'te yaptığı programı dinlemeli öyleyse...
Kim bilir, daha ne güzel şeyler var dağarcığında...
Yaşama tutunma savaşı ve Okan
Okan Bayülgen'in üç geceye yayılan programına pek alışamadım. Onun için bazen pazarları es geçiyorum.
Ama önceki akşam, kaçırmadım. Uyku gözlerimi esir edinceye kadar da izledim Okan'ı ve konuklarını..
Her bir anı çok özeldi programın... Ancak, Belçika'dan arayan ve birkaç gün sonra beynindeki tümör için ameliyat masasına yatacak olan genç bir kızın, "yaşama tutunma" savaşı ve Okan'ın ona verdiği destek çok özeldi.
***
Bilirsiniz, Okan Bayülgen, programına geyik muhabbeti yapmak için, hele hele, "Son albümünüz ne zaman çıkacak" gibi ipe sapa gelmez isteklerin yer aldığı telefon bağlantılarını pek haz etmez, hatta "aptalca" bulur.
Ancak bu kez farklıydı, yaşamla ölüm arasında ince bir çizgide yer alan ve çok ciddi bir ameliyata girecek olan genç bir kızın istekleri onun için emirdi.
Bu nedenle duyarlı, sevgi dolu ve saygılı bir tutum izledi. Genç kızın, en çok istediği Kıraç'la muhabbet etmek, hatta bir şarkı dinlemekti.
***
Tüm konuklar ve Okan, bu anı "saygıyla" yaşadı. Yaşadığı tüm acılara karşın bir gencin tatlı, sevecen, hayat dolu sohbetine, Kıraç, güzel bir şarkıyla eşlik etti.
Bence çok özel bir sahneydi.
Hele Okan'ın genç kıza, "Ameliyatın sonucunu lütfen bize bildir. Şimdiden merak etmeye başladık. Senin yanında olduğumuzu unutma" demesi kopardı beni...
İşte "duyarlılık" budur.
SÖZÜN ÖZÜ
Hiç kimse izniniz olmadan, size değersiz olduğunuzu hissettiremez
Eleanor Roosvelt
İKİ ŞEY
insana ekstra değer katar
1) Hitabet ve diksiyon eğitim almak
2) Hızlı okumayı öğrenmek