Doğayla yıkanan yüreğin ışığı hiç sönmez!
Bahçe içinde, iki katlı şirin bir evdi... Şimdiki evlerden iki misli uzunlukta geniş tavanı, sağlam duruşu, demir kepenkleri ve sesi iki mahalle öteden duyulan demir kapısıyla, klasik bir tarzdı.
Bahçesinde ise her şey vardı, erik, dut, nar ağaçları, çeşit çeşit çiçekler, güller, manolyalarla süslüydü; yol boyunca arslanağzı ve akşam sefası ise iki sıra...
Akşam sefasının kokusu insana huzur verirdi, (hala ararım o kokuyu ama yok!)
Bu bahçe sayesinde çocukluğum ağaç tepelerinde geçti, bir meyveyi dalından koparıp yemenin zevkini daha o zaman yaşadım.
Ortaokul çağına dek... Sonra, o güzel ve sağlam ev, apartman furyasına yenik düştü. Yıkıldı, bütün güzelliklerini geride bırakarak...
Bugün, Karşıyaka 1737 Sokak'ta, Karşıyaka Lisesi ve Suzan Divrik Kız Meslek Lisesi'nin kesiştiği noktada, Dağdelen adını taşıyan bir apartman görürseniz, zemininde birçok anının da gömülü olduğunu hissedersiniz.
Şimdiki aklım olsaydı, babama direnmez miydim, "Hayır, apartman olmasın evimiz" diye...
***
Beni, son nefesime dek belleğimde kalacak o anılara götüren Foça yolunda gördüğüm, yeşillikler içindeki bir "Çiftlik" oldu.
Nurettin Günüç emekli olunca eşi Hülya hanımla el ele verip tüm birikimini bu yemyeşil alana yatırmış, şehir gürültüsünden, kent gerginliğinden uzaklaşmak için... 10 yıldır burada yaşıyorlar.
Çok geniş bir arazi... Kuş sesleri arasında; erik, elma, dut ağaçlarıyla çevrili keyifli, adeta bir "Çiftlik Park"...
Bir süre öncesine kadar, sadece oturmak için satın aldıkları ve evlerini yaptırdıkları bu alanı, halka da açmışlar. Şimdi orada kahvaltı ve akşam yemekleri veriyorlar. Çocukluğumda kalan konu-komşu muhabbetleriyle süslenen bir yemek kültürü yaratmışlar.
İçeride, servis yapılan kapalı alana girdiğinizde ise, bağımsızlığımızın mimarı Atatürk'ümüzün boy boy resimleri, onun yaşadığı, devrimlerinin temelini attığı dönemde yayınlanan gazetelerin küpürleri karşılıyor sizi...
İnsanın yüreğini titreten, gözyaşlarının pınarları yokladığı çok vefalı bir köşe bu...
İmreniyorum Nurettin Bey'e...
***
Asıl sürpriz ise az sonra... Bahçenin keyfini çıkardıktan sonra yaşanacak küçük bir anı yolculuğunda...
Yani yıllar öncesine, çocukluğunuza dayanan bir özlemi gidermeye...
Hani yazımın başında sözünü ettiğim o coşkuyu yaşamaya...
Hani günümüzde şehir çocuklarının pek bilmediği çünkü hazırı pek sevdiği o ana...
Dalından erik, elma koparmaya...
Öyle bir haz ki bu, anlatılmaz. Nurettin bey, bahçenin bir köşesini meyve ağaçlarına, sebze tarlalarına ayırmış...
Kendisi yetiştiriyor, tüketiyor. Konuklarına da yetiştirdiği ya da köylülerden edindiği organik ürünleri ikram ediyor.
Tam bir doğasever çift...
Erik koparırken, yanımda küçük oğlum da vardı. Benim keyifli kahkahalarıma bir anlam veremedi tabii ki...
Bu güzel anı, beton bloklar arasında öyle az yaşıyor ki...
***
Onu bunu bilmem, doğadan uzak kalan, yeşili refüjlerde bir parça ya da deniz kıyısında bir tadımlık gören biz şehirliler olarak, böyle bir "yenilenmeye" ihtiyacımız var.
Bir Egeli olarak çok şanslıyız, doğa zenginiyiz. Tek hareket, en azından tatil günlerinde popomuzu kaldırıp doğayla başbaşa olacağımız birkaç saati yaşamak...
O zaman ne stres kalır, ne umutsuzluk...
Doğayla yıkanan yüreklerin ışığı hiç sönmez çünkü...
GÜNÜN SÖZÜ
Size yol gösterilebilir fakat yalnız yürümek zorundasınız.
Sang H. Kim
Kanıt caydırıcı olmaktan uzak!
Ekranın iddialı yaz dizilerinden Kanıt, bıktırıcı bir tekrar formatıyla, kısa sürede, izleyiciden soğutma çizgisinde ilerliyor. Dizinin ilk bölümü, üç tekrar yaptı, artık gerisini siz düşünün.
Ötesinde, bilimsel-kurgu formatında fazla cezbedici yanı da yok dizinin...
Anlatıcı Adli Tıp Profesörü Sevil Atasoy kabul, işin uzmanı ama öykünün öyle yerlerinde giriyor ki devreye, insanın tepesi atıyor bir süre sonra...
Çünkü, anlatılan olayın esrarı şekillenmişken kafalarda, birden şaşırtıcı gerçeklerle yüzleşmek, itici geliyor insana.
Filmin sürükleyici sihri bitiyor.
***
Yani, iddia edildiği gibi, "Kanıt Peşinde" ya da "CSI: Miami" gibi soluk soluğa izlenen bir tarafı da yok dizinin... Çünkü onlarda anlatıcı falan yok.
Bizim "Kanıt" daha çok, "Zone Reality" gibi, polis şeflerinin, cinayetleri nasıl çözdüklerini "belgesel film" tadında anlattıkları dökümanlar gibi...
Ve bir de önemli bir tehlike var: Dizi bu yönüyle bence caydırıcı değil, aksine cinayetlere özendirici sanki...
İşin bir de bu yönünü görmek lazım. Çünkü, bizim sadistlerin kafası hayaliyi basmaz, gerçeklerden beslenir!
Bugüne kadar yaşanan cinayetlere bir bakın, kaynak apaçık ortada.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.