Rotanızı bir de Avrupa'ya çevirin
- Kafayı boşaltmak.
- Sevdiklerinle birlikte olmanın tadını çıkarmak.
- Güneşin-denizin-doğanın zevkine varmak.
- Hayat arkadaşınla ikinci bir balayı fırsatı yakalamak.
- Uzun zamandır göremediğin dostlarınla hasret gidermek...
***
Toplumumuzda tatil deyince genel çerçeve bu... Bugüne kadar, hiç şu ayrıntıyı eklememişiz hayatımıza:
- Gözlem yapmak.
Bizim topraklardan çok farklı diyarlara yolculuk yapıp onların kültürlerini, tarihini, bugünü ve geleceğini, toplumsal yaşamını, bilinç düzeyini incelemek demek istediğim...
Hem de, yıllarca ülkemizde gezi sörfü yapan yaşı 70'e dayanmış turistlere özenip, "Bir onlar gibi olamadık" türü hayıflanmaları artık geride bırakarak...
Ülkemizde yurt dışına gitmek için öyle imkanlar sunuluyor ki, değerlendirmemek bilin ki enayilik...
Ben ve eşim bu yıl öyle yaptık, deniz-güneş ve kumun ötesine taştık, el ele verip yurt dışına açıldık, üstelik Orta Avrupa'ya...
Gizemin, tarihin, görkemin tam ortasına...
***
İzmir'in gözde turizm şirketlerinden Lady Travel'le başladı yolculuğumuz; sonrasında, bir dakika dahi aksamadan 8 gün 7 gece, hayattan keyif alarak geçirdiğimiz rüya gibi anların özeti gibi...
Bir kere, bu İzmirli firmanın titizliği her türlü övgüyü hak ediyor. Hemşehrileri olarak gurur duyduğumu söyleyebilirim.
Parasını bastırıp, THY ile uçtuğumuz Macaristan'ın Budapeşte kentinden, dönüşe geçtiğimiz Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'ta yaşadığımız son güne kadar, tıkır tıkır işleyen bir tur sefası yaşadık eşimle...
Sadece biz İzmirliler değil, çoğu Ankaralı olan 38 kişilik gezi ekibi de...
Haklarını yiyemem, İzmir'de güleç yüzlü firma görevlisi Erhan Bey'in ilgisiyle başlayan çok keyifli bir süreç yaşadık.
"O saray benim, şu kilise senin" diyerek yürüsek de gıkımız çıkmadı.
Sırrı, güler yüz ve olumlu motivasyondu.
***
Artık şu kesin... Ya da şöyle mi söylenmeli:
"Dil bilmiyorum, becerememem", "Param yok, gidemem", "Orada kaybolurum, korkarım" gibi bahanelere sığınma dönemi bitti.
Dil bilmeseniz de, çok yetenekli tur rehberlerimiz var. Toplu paranız yoksa, size sunulan türlü türlü imkanlar var ve çaktırmadan her anınızda yanınızda olan bir gönül dostunuz var. Kaybolmanız da imkansız...
Yani hem rehber hem de dost...
Biz de ekip olarak işte böyle bir insanı tanıdık, gezinin başından sonuna dek hep yanımızda olan, hatta en saçma sorularımıza bile yanıt verme gayreti içinde olan bir tur rehberini...
Engin Merdan'ı...
***
Bir insan kendini böyle mi mükemmel yetiştirir?
Her dönemeçte, her köşe başında, bir tarih öğretmeni titizliğinde, hiçbir ayrıntıyı atlamayan, genel kültürüyle dopdolu bir tur rehberiydi Engin...
Onunla gezdiğimiz Budapeşte'den, Viyana'dan, Bratislava'dan, Prag'dan ve Dresden'den büyük keyif aldık.
Tam bir Atatürk hayranıydı; ancak ne Osmanlı'yı ne de Türk tarihinin diğer dönemlerini Avrupalılara ezdirmeyen, kimliğiyle gurur duyan bir insan vardı karşımızda...
Coşkulu, hatırnaz, paylaşımcı, üç dil bilen, mütevazı, saygılı, ekip ruhundan iyi anlayan bir kişi olarak, kimseyi kırmadan, incitmeden bir hafta geçirdi bizimle...
Ondan çok şey öğrendik. Bizim de ona hediyemiz, dakik ve birbirine saygılı konuklar olmaktı.
O da bu yönümüzle, bizi hep onurlandırdı. Bu arada anlattığı fıkralar da hala aklımda, düşündükçe gülerim.
Tur şoförümüz sempatik Macar Feri'yi de anmadan geçemem. Usta şoförlüğüyle güven içindeydik.
***
Bu gezinin bende bir anısı daha kaldı; turu fırsat bilip yıllardır görmediğim Viyana'da yaşayan teyze kızı Aytaç ablamı da ziyaret ettim. Hasret dolu andı. Eşi Musa bey ve orada doğup büyüyen, ancak yüreklerinde ayyıldız özlemiyle tutkulu yeğenlerim Irmak ve Coşkun'a sarılmaya doyamadım.
***
Bu bir teşvik yazısıdır dostlarım... Artık, siz de tatile bakış açınızı değiştirin.
Ülkenize yapacağınız en büyük iyilik, oraları birilerinden dinlemek değil, bizzat tanık olmaktır.
Gözlem yapıp, doğruları ve yanlışları tartmaktır.
Böylece ne onları gözümüzde büyütürüz ne de kendimizi aşağılarız.
Ben bu gezide, çok büyük bir ülkenin evladı olduğumuzu hissettim ve açıkçası Türklüğümle gurur duydum.
Tek eksiğimiz, onlar nerede, biz nelerle uğraşıyoruz!
Oysa toplumsal bilinç bu açığı kapatacaktır.
Kukla, Avrupa'nın can damarı olmuş...
Budapeşte'de, Prag'ta, Viyana'da, Bratislava'da sanat adım adım yaşanıyor. Sanatın her dalı çevrenizi sarmış durumda...
Müzik, tiyatro, gösteri sanatları, plastik sanatlar, kukla, canlı mankenler; say sayabilirsen...
Şehirler öyle canlı, öyle keyifli ki insan gezmeye doyamıyor.
Hele kukla...
Hemen her hediyelik eşya mağazasında kukla figürleri sıralanıyor. En çok ilgiyi de onlar görüyor.
Hatta haftada bir gün pazarı da var.
Çocuklar istiyor, babalar elini cebe atıyor.
Ellerinde kuklayla geziyor sokaklarda çocuklar... Yüzleri öylesine güleç ve coşkulu ki, imreniyor insan...
***
Kukla, küçük beyinlere "yaratıcılık" olarak işleniyor. Sokak sokak gezen kukla sanatçıları, sergiledikleri oyunlarla çocukların yüreğine yerleşiyor.
Orada sohbet ettim kimileriyle... Sonra Engin de bilgi verdi. Bu ülkeler için kukla can damarıymış... Her yıl çeşitli festivaller düzenlenir, kuklanın gelişmesi için etkinlikler yapılırmış...
Biz de de var böylesine özel bir festival; İzmir Kukla Günleri... Bir düşün adamının, yani Selçuk Dinçer'in özverisi ve yoğun çabasıyla ayakta durmaya çalışan kukla kültürü...
İzmir Büyükşehir'in burun kıvırdığı, sahip çıkmadığı bir dünya sanatı bu...
Onlar nerede, biz nerede!..
Gözlem notları...
- Gezdiğimiz her ülkenin bir özelliği vardı ancak ortak noktaları, tarihlerini en iyi biçimde korumaları ve kazanca dönüştürmeleri...
Özellikle din turizmi ön cephede..
- Macarlar, çok sevimli, saygılı insanlar; komünizmin etkisi hala hissedilse de, aşma yönünde yoğun bir çaba var. Budapeşte'yi ikiye bölen Tuna Nehri bir harika...
- Viyana, görkemli bir kent... Hatta şöyle denilebilir: Her köşesinden bir saray fışkırıyor. Mozart ve Strauss her noktada hissediliyor. Bu yüzden insanları da pek havalı, burundan kıl aldırmıyorlar. Önemli bir ayrıntı da, her üç Viyanalı'dan biri Türk... Omuz atışlarından, dayı dayı yürüyüşlerinden belli çünkü... Tarihte orayı zaptetmeyi Kanuni becerememiş ama biz çoktan aşmışız!
- Çek insanı da hala Komünizmin etkisinde... Özellikle Prag hayran olunan ve tarih kokan başkent ama hala robot gibi yaşıyorlar. Yüzleri de hiç gülmüyor. Engin, "Size ters davranırlarsa sakin üzerinize alınmayın. Onların hayata bakışları böyle" demişti. Haklı çıktığını gözledim.
- Almanya'nın, Doğu Alman kültürü yaşayan kenti Dresden'in, hayranlık uyandıran bir görünümü var. Çok özel, çok başka bir köşe...
- Atatürk'ün 28 gün kaldığı kaplıca kenti Karlo Vary'den ayrılmak istemedik. Ama sayılı dakikalar çabuk geçti.
- Bu ülkelerde "toplumsal bilinç" var. Örneğin kırmızı ışık yandığında herkes buna uyuyor. Her şoför, caddeye inen yayaya saygı gösteriyor, yavaşlıyor
- Yol çalışmaları aynen bizdeki gibi... Hiç bitmiyor ve trafik sık sık kilitleniyor.
- Viyana ve Dresden dışında içme suları berbat... Ülkemizi çok andık!
- Sokaklarda ne kedi var ne de köpek, sanki başka bir aleme göç etmişler.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.