Kentlerin marka olmuş işletmeleri yaşatılmalı
Bu bir gerçek...
Bugün bakın dünyaya, birçok ülke, birçok şehir, içinde yetiştirdiği, emek verdiği, insanıyla, marka olmuş değerleriyle tanınırlar.
Markayı çıkarın, kent hava alamaz.
Bu antik ya da tarihi bir değer olur, bir sanayi işletmesi olur, bir lokanta olur, bir eğlence mekanı olur ve daha birçok örnek...
İnsanına yıllarca hizmet etmişse vardır bir hikmeti, bir heyecanı...
Bunun için, bilinçli toplumların, o bünyede yetişen insanların en çok değer verdikleri olgu, doğup büyüdükleri şehrin değerlerine sahip çıkmak, katkı sağlamaktır.
Tıpkı, 72 yıl hizmet etmiş bir restoranı ayağa kaldıran, can veren Senem Sunucu gibi...
***
Asmaaltı Restaurant gibi Adana'dan gelip İzmir'le özdeş olmuş, hizmet vermiş bir markaya can suyu katan Senem Sunucu, doğma büyüme İzmirli; işin özü Uşak'tan İzmir'e gelmiş bir ailenin iflah olmaz İzmirlisi...
Yürekli bir kadın, coşkulu bir girişimci her şeyden önce... Dokuz Eylül Üniversitesi Çalışma Ekonomisi mezunu olan Sunucu, çocukluğunda yemeğini yediği ve çok sevdiği Asmaaltı'nı İzmir'e kazandırmak için harekete geçmiş...
Karşıyaka Mavişehir'de, Koçtaş'ın hemen yan sokağında "Asmaaltı Kebapçısı" nı hizmete sokmuş... Çok amaçlı, nezih bir mekan oluşturmuş...
Burası İzmir için yeni ama sürekli gelişen bir bölge... Çevre yoluna da yakın olduğu için akın akın geliyor İzmirliler...
İşin aslına bakarsan, bir restoran açacaksan, iki aşçı bir de kasiyer buldun mu, iş yürür. Türkiye'de en azından böyle...
Asmaaltı bir marka, onu yüceltecek aşçılar, birbirinden özel lezzetler olmalı ki, marka değerini sürdürsün, diye düşünerek, ödüllü aşçıları işin başına getirmiş...
İşte benim için en önemli nokta bu... Yüksek öğrenimli olup, bu şehri hissetmek ve değerlere sahip çıkmanın özü de bu olsa gerek...
***
Abant İzzet Baysal Bolu Mengen Aşçılık Yüksek Okulu mezunu aşçılarından Caner Kırhan ve Kaan Lale'nin hazırladığı birbirinden özel ana yemekler ve tatlılar, birçok yarışmada, gastronomi festivallerinde, Antalya Altın Krep'de madalyalar kazanmış... Aşçıların her damak zevkine uygun yemekleri, fark yaratmış mönüde... Birinin ismini vereyim. İnanan ben de önce uzaktan bakmıştım, sonra tadından doyamadım. Adı biraz uzunmuş ama şöyle: Fransız Mutfağı'nın en ünlü dört sosundan biri olan "Demi Glace sosu ile yapılmış Sebzeli Mantar yatağında Bonfile"...
Tadına inanamazsınız, muhteşem... Hele yine onların hazırladığı sıcak şarap bir harika...
Adana Ticaret Odası'nın Türkiye'deki tescilli kebapçıların ustalarına Adana'da verilen kebap eğitimine İzmir'i temsilen davet ettiği ve eğitimi başarı ile tamamlayan Cevat Usta'nın hazırladığı kebaplar
ise parmak yalatan cinsten...
Hakkını vermiş.
Hele bir de Sedat Usta'nın hazırladığı içli köfte ve patlıcan dolmayı tatmadan gitmeyin derim ben...
***
Bunu, şunun için yazıyorum, mesleğe ve markayı yaşatmak için gösterilen özendir benim demek istediğim...
Sonuç da bir kadın girişimcinin, "en iyiye" ulaşmak için verdiği çabanın ürünüdür. Yoksa dediğim gibi, iki masa sandalye ve bir iki garson ve aşçıyla da yaparsınız bu işi...
Kimse fark etmez.
Ben İzmir'de son dönemde, "İyi işletme, işinin ustalarıyla değer kazanır" bilincinin yerleştiğini görüyor ve mutlu oluyorum.
Senem Sunucu'nun yarattığı "Asmaaltı"da bunlardan biri...
Ben çocukken...
Hayat çabuk yaşanıyor, yıllar çabuk geçiyor. Küçükken birden büyüyoruz. Hem de tadına doyamadan... Yaşam koşulları, sorunlar, kişisel mücadeleler, bizleri hep bir kaosun içine sokuyor.
Çık çıkabilirsen...
Şimdi sorsam sizlere, "çoc ukken daha mutluydum" diyeceksiniz, fakir, sıkıntılı bir süreç yaşasanızda...
Çünkü çocukken, sevgiyi de yürekli yaşardık.
Koca yürekli şairimiz Nazım Hikmet işte o "çocukken büyüme" sürecini ve kaybettiklerimizi, daha o yıllarda anlatmış... Bugünden farkı var mı?
İşte o satırlar, karar sizin...
****
"Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken...
Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik.
***
Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı. Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik, böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu.
Sonra mı, büyüdük. Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük."
GÜNÜN SÖZÜ
Gökkuşağına ulaşmak istiyorsan yağmura katlanmak zorundasın.
Dolly Patron
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.