Cem Karaca’yı kim unutabilir?
Hayat yorucu... Günlük koşuşturmalar arasında, dinlenmeye pek zaman yok. Gerek ekonomik, gerekse kişisel sorunlar, kişiyi strese sokuyor, üzüyor.
Çıkış yolu genellikle, "güvenilir bir dostla" sohbet etmekse de, çoğu kez yalnız kalmak ve iç sesinizi dinlemek dinlendirici oluyor. Bir de çocuk ruhunuzun çağrısını kulak vermek...
Önceki gün öyle yaptım ben de, gençlik yıllarıma gidiverdim bir süre... Semeresini de gördüm.
Ne yaşadım derseniz, Cem Karaca'yı dinledim, o gençlik idolümü; sindire sindire...
Hatta onunla birlikte söyleyerek...
***
Pratikte şarkı söylemek, insanın içindeki karamsarlığı alır, yaşama sevinci verir çoğu kez...
Ancak bu iddiam, elektronik müzik için söz konusu değil, arada birkaç iyi parça çıksa da, bu mucize gibi bir şey...
Gitarın tınılarını duymadığın, canlı canlı hissetmediğin sürece, ister müzik dinlemişsin isterse kuru gürültü, hiç faydası yok...
Müziği hissetmek lazım öncelikle...
Bunun için o "yoğun emeğin" içine girmen gerek...
***
Cem Karaca 70'li yılların yorulmaz bir savaşçısıydı, ezilenlerin sesiydi... Onun, radyoların o küçük haporlörlerinden 'gür' yankılanan şarkılarını kim unutabilir?
Örneğin "Ceviz Ağacı", örneğin "Bu Son Olsun", "Tamirci Çırağı", Çok Yorgunum", "Islak Islak" dinleyip de yüreği kabaran yok mudur?
İnsan bu şarkılarında kıpır kıpır oluyor, yaşama sevinciyle doluyor.
Silkiniyorsun tek düzelikten, bezginlikten...
İnsana umut veriyor, o tok sesiyle Cem Karaca, 50 yıl önce ne ise bugün de öyle.
Elbette günümüz şarkıları da bir amaca hizmet ediyor ama "felsefesi" yok. Ne düşündürüyor ne de umut veriyor.
Sürekli aşk-meşk; sürekli bir bunalım havası...
Üstelik Nazım Hikmet'in şiirleri, ne de güzel yoğrulmuş Cem Karaca'yla...
Bu büyük sanatçı, 2004'te aramızdan ayrıldı ama felsefesi ve müziğiyle hep bizimle...
Hatta sonsuza dek.
İŞİNİ CİDDİYE ALAN ESNAF HEP KAZANIR
Bir arkadaşım var Didim'de... Geçen gün onunla sohbet ederken bir laf etti bana; "Eve mutfak yaptırıyorum, telaşlayım dost" dedi. Benim de ona yanıtım, "Allah kolaylık versin, eğer benim yaşadıklarımı yaşarsan iki yakan bir araya gelmez" oldu.
"Neden" diye sordu şaşırarak...
İzmir'de eve mutfak yaptırana kadar geçen süreyi, iki ay marangozun peşinden koştuğumu anlatınca kahkahalarla güldü ve ekledi:
"Benimki üç gün sürdü hem de her şeyiyle." Bu kez şaşırma sırası bendeydi:
"Nasıl yani?" Anlattı:
"Burada Bedir Usta var, 'Kutlu Duş'u işletiyor. Ona gittim, durumu anlattım.
Evimi tarif ettim. Ertesi gün kendisi ekibiyle geldi. Önce planı çizdiler, bana anlattılar. Neler istediğimi öğrendiler.
Bir gün sonra ekip elektrik ve tesisat işi için geldi, gün boyu çalışıp bitirdi. Bedir Usta beni telefonla aradı, 'İki gün sonra mutfağı gelip takıyoruz' diye.. Şaka yapıyor sandım, değilmiş... Üç günde bitirip taktılar, hem de ustaca ve tertemiz... İnan bana ben senden daha çok şaşırdım.
Ama bunları yaşadım, emin ol." Peki dedim, "Sordun mu nasıl bu kadar seri ve kaliteli iş yapıyorsunuz" diye...
"Tamamen planlı bir çalışmanın ürünü" dedi ve anlattı: "Müşteriden sipariş alır almaz, hemen atölyeye geçiyorlar. Marangoz ekip hazır...
Zaman kaybetmeden belirledikleri ölçülerde dolapları hazırlıyorlar.
Bedir usta haftada iki siparişten fazla almıyor. Bunun nedenini de bana şöyle açıkladı: 'Bir müşterim bana gönül koyarsa, bu iş zincirleme aleyhime gelişir. Bu nedenle ekip çalışmasını önemsiyorum.
Hep birlikte karar veriyoruz." Kıssadan hisse, işini doğru yapan kazanır. Bu örneklerin çoğalması, kaliteyi artırır, mesleğe saygınlık kazandırır.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.