G ün itibarıyla ligin altı tam tamına, karman- çorman... Üstü ise döndü, tam bir çorbaya! Sanki müneccimim, herkes 'Kim şampiyon olur?' diye, ardı arkası kesilmeden, soran sorana!
Aklım karışık... Hakemlerin, bir türlü denge tutmayan verdiği kararlar! 'VAR' denilen nesneyi, sağlıklı kullanamamaları! Ve de hakemler üzerinde baskıyı artırmak isteyen bazı 'şovmen!' yöneticilerin, uzatılan mikrofonlara, haddini aşan söylemlerini de eklersem, çok ciddi, bu işin sonunu çok hayırlı görmüyorum doğrusu...
Ki; ilk çeyrek geçilirken, kendi yarı alanına çekilen ve de beraberliği korumaya çalışan bir Beşiktaş'ı izliyorduk, mahsun mu mahsun... Ancak; o geri çekilmeler yaşanırken, Atiba'dan geliyor, gol olabilecek ilk ciddi atak... Hızlı gidiyordu gitmesine de, gözümün yakaladığı, kafamı kurcalayan çok şey takıldı kamerama...
Misal; Lens ve Necip ile işe nasıl başlar Beşiktaş? Bu 'Bülent Yıldırım' denen zat, gece eve dönüp, verdiği faul avantajlarını izleyip, nasıl hesabını verecek, sabahlara kadar? Galatasaray'ın attığı gole gelince... Taça çıkan o topun, Caner'in ayağına değmediğini gördük, kameralardan... Gelin görün ki 'Bay Bülent'in!' işine gelmiyor veya gözünü kapıyor ve gelişen atakta Onyekuru'nun golüne, orta yuvarlağı gösteriyor, nasıl da kendinden gayet emin, nasıl da sakin(!)
Gelelim kafası takıntılarla dolu Şenol Güneş'e... Lens gibi bir hayalete kaç küsur dakika dayanmasına mı yanmalı, yoksa daha bir hücum düşünerek Güven'i mi düşünmeliydi ilk başlarda?
Neyse... Geçti Bor'un pazarı... Galatasaray'ın dün akşam elde ettiği galibiyete, elbette sözümüz olmaz, olamaz da... Yalnız; kendi evinde, böylesi taraftar desteği yanı sıra, Bülent Yıldırım tarzında böylesi hakemleri nasip etmesi, Allah'ın bir lütfu galiba(!) Böylesi düdüğe söyleyecek tek söz var... 'Yar-dak-çı(!)'