Kim, bizi kendi hava alanlarında şerefsizce karşılayan İzlandalı'ları, gülen yüzlerle misafirperverlik gösterme inceliğini düşündüyse...
Kim, 'Serebral Palsi' hastalığına duyarlılık yaratmak adına o çocuklarımızı, böyle bir gün de futbolcularımızın ellerinden tutturduysa...
Kim, tüm o stat koltuklarını, canım bayrağımla tek tek donattıysa... Ve de zınga-zınk doldurduysa milletim... Vallaha da helal, billaha da helal olsun...
Bütün bu samimi organizasyonlar, maça 1-0 önde başlayacağımızın göstergesiydi, bizim için... Onların kazanması gerekiyordu, bizim ise kaybetmememiz...
Hele hele yenersek, olacaktı üstü kaymaklı kadayıf...
Şu an da, Milli Takımımız ve İzlanda'nın mevcut durumları gibi, kayıplar veya kazanımlar, karşılıklı olarak puan sıralamasında sınırlara dayanınca, ağır sıklet boksörlerinin birbirlerini sınamalarını andırıyordu ilk dakikalar... Gayet temkinli... Gayet hırslı...
Dahası; kendi ceza alanlarını yaklaştırmamak adına, müthiş bir mücadele verdiler, karşılıklı olarak...
Diken üstündeyim... Maçı ve Şenol Hoca'nın verdiği taktiği anlamaya çalışıyorum bu ara! Her iki taraf, orta alanda, 'sakız çiğniyor!' misali yani... Koca bir kırk beşte, sadece Burak Yılmaz'ın auta giden kafasının dışında, kayda değer bir pozisyonu göremememiz, işte bu düşüncelerimizin en büyük kanıtıydı ilk yarı...
İlk tespitlerime göre öncelikli sıkıntılarımızın, sakatlıklarından sonra toparlanamamış olan Cengiz ile sol kanadı bir türlü işlevsel hale sokamayan Hakan'dı, her iki kanatta!
İkinci bölümün ortalarına doğru, daha arzuluyduk... En azından rakip alana konuşlanıp, öncesinde eleştirdiğimiz Hakan ile Cengiz devreye girince, kendi yarı alanına gömüldü İzlanda...
Son düzlüğe girildiğinde, kaybedecek bir şeyi kalmayan İzlanda, yüklendikçe yüklendi... Ve Merih'in çizgiden çıkardığı toptan sonra, damağımı kaldırdım, şükrettim bir puana.... Avrupa Futbol Şampiyonası'na, gidiyoruz sonunda...