Psikolojiye çok düşkün bir toplum olduk.
Uzmanlardan aldığımız yardımların yanı sıra, okuduğumuz kitaplardan öğrendiklerimiz ile çoğumuz psikolog gibi konuşup ahkam kesmeye başladı. Her yaş grubu için ruhsal tahliller yapıp, öneriler sunmaya kadar vardırdık bu işi... Öneriler içinde sonsuz bilgeliğimizle kafamızın karışıklığı arasında gittik geldik. Gidip geldikçe kafamız daha da karıştı, karıştıkça özellikle çocuklarımıza müdahalelerimiz arttı. Sosyal medyada dolaşan bu işi gayet iyi özetleyen bir yazı var. Hatırlarsınız, şımarıklığa hiperaktivite, tembelliğe dikkat dağınıklığı, çekingenliğe depresyon dediğimizden bahseden. Güzel ve bilge annelerimizin eğitimine dem vurup bizim kuşağın saplantılarından bahseden.
Katılmamak elde değil. Bahsettiğim, normalleştirmeye çalışırken çocuklarımızın doğasını bozup, tek tipleştirmeye yönlendirdiğimiz.
Asıl problemin de kalıplara zorladıktan sonra çıkmaya başladığı. Kendinden uzaklaşmış yani yabancılaşmış; robot gibi, talimatlarımız veya beklentilerimiz ile hareket eden çocuklar ne kadar kendini gerçekleştirebilir?
Hayattaki en büyük hedefimiz kendimizi gerçekleştirebilmek değil midir?
NORMAL NEDİR?
Zaten normal nedir ki? Dünün normali ile bugününkü aynı mıdır, gelecekte nasıl olacaktır? Elbette asgari müşterekler var...
Bunlar eğitimin temel amaçlarıdır zaten...
Mesela vatanını sevmek, görev ve sorumluluklarını yerine getirmek gibi... Ama ilgi ve yeteneklerini geliştirme amacı da var eğitimin...
Doktorlarımızın ya da psikloglarımızın koyduğu teşhisler dışında kendi tanılarımızdan ve kendi kendimize bulduğumuz çözümlerden bahsediyorum elbette... Bu çözümlerin zarar verebileceğinden. İşler çığırından çıkmıyor ve okuldaki rehber öğretmenlerimiz de bir uzmandan yardım almanın gerekliliğini vurgulamıyorsa biraz rahatlamakta fayda var. Özetle çocuklarımızın arada deliliklerine izin vermeli diyorum. Düşünsenize Einstein, Vincent Van Gogh, Stephen Hawking, Dali ve daha niceleri çocukluklarında anneleri tarafından normalleştirilmeye çalışılsaydı, dünya bugünkünden çok daha farklı olurdu eminim...
Einstein'in mesela, saplantılı kişilik bozukluğunun olması kuvvetle muhtemel. Yoksa sonuca ulaşana kadar saatlerce kendinden vazgeçercesine çalışmak mümkün olabilir miydi? Günümüzde olsa muhtemelen obsesif denilecek ve hayatını kolaylaştırmak adına uygulanan tedavilerle dehasından vazgeçilecekti.
Ya da birçok şair ve edebiyatçı melankolik yanlarından dolayı kullandıkları antidepresanlarla duyguları hissetmeden ,hissettirmeden yaşayıp gidecekti. Hiç kimse tarihte iz bırakmış bilim adamlarının, sanatçıların veya devlet adamlarının beyinlerinin bizimle aynı şekilde çalıştığını iddia edemez. Bu farklılıklar onları başarılı kılan, farklı yapan unsurlar. Önce kendi, sonra da karşıdakinin duygularını tanımayı öğretebilmeliyiz çocuklarımıza... Her hissin hayatta bir işlevi olduğundan hareketle, o duyguları yok sayıp yok etmek yerine, zarar verenleri doğru kullanıma kanalize edebilmeliyiz. Mesela, çok hareketli bir çocuğun spora yönlendirilmesi, okulda ek görevler verilmesi gibi basit yöntemler belki de olimpiyat şampiyonlarımızın önünü açacaktır.
PSİKOPATİK ÖZELLİKLER
Psikopatların ortak özelliklerini biliyor musunuz?Aşırı değer biçme, ikna kabiliyeti, yüzeysel cazibe, acımasızlık, pişmanlık duymama,insanları kullanma becerisi...
Bu özellikler aynı zamanda ceo ların ve üst düzey müdürlerin de özellikleri... Baskı altında soğuk kanlı kalabilen biri hem bir psikopat hem de dünyaca ünlü bir beyin cerrahi adayıdır. Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette... Yani, psikopatik özellikleri yok ettiğimizde ünlü bir bilim adamını da kaybetmiş olabiliriz. Özetle, çocuklarımızın kişisel özelliklerini yok saymakla değil, bu özellikleri doğru kanalize etmekle en iyi eğitimi gerçekleştirebiliriz.