Dostluk üzerine
Hayat sürekli güllük gülistanlık olmuyor elbette kimse için... Nefes bile alamadığımızı hissettiğimiz zamanlarda, uzanan dost eli çekip çıkarıyor o karanlıklardan bizleri. Yine şarkıdaki gibi adeta yüreğimizden tutuyor o dost bizim... Bana da bir dostumun önerdiği 'Dostluk Felsefesi' isimli kitap tam da bu noktada düşündürtüyor. Kitap, dostluk bir amağan oyunudur diyerek başlıyor. Bir şeyi verirsiniz ve başka bir şeyi alırsınız, ancak almayı beklemezsiniz diyor... Erdeme dayalı dostluğu tüm yönleri ile anlatıyor. Kitabı okudukça, Yunus Emre'nin sözü çınlıyor kulaklarınızda 'Kimin yâri yok ise, bu cihan ona zindan olur'... Katman katman anlamı derinleşen bu cümlede dostsuz karanlık bir dünyayı da tasavvur ediyorsunuz ister istemez. Kitapta dosta anlamı veren, değer katanın öteki dost olduğundan da bahsediyor. Dostluğun vazgeçilmezliğinin sebeplerinden biri de bu olmalı.
HAYATA KISA BİR MOLA
Yazar Kenan Göçer, dostluğu tanımlarken çölde bir vaha, ovada bir söğüt gölgesi, yabancısı olduğumuz bir yerde bir tanıdık, çatısız kaldığımız anda evini açan bir yüz, dar gününde uzanan bir eldir dese de, bu kavramın kolay tanımlanamayacağını vurguluyor.
Asıl cazibenin de bu tam bilinemezlikten geldiğini söylüyor. Yine de dostluk için, içinde özgürlük hissedilen ilişkidir diyebiliriz. Çünkü hayata kısa bir molayı ancak dostlarla verebiliyoruz ve bunu özgür irademizle yapabiliyoruz.
Ayrıca dostunuz sizi gerçeklikten öte hakikate sevk edendir. Sizin gerçekliğiniz dışında potansiyelinizi gören ve bunun için sizinle birlikte yol alan, sizi motive edendir. Bu yüzden dostun söylediği sözler doğru olmalıdır. Dost dostunu kaybetme riskine rağmen doğruyu söyleyendir. En büyük ama en yapıcı eleştiriler de dosttan gelir.Bu eleştiriyi yapmak en çok dostun görevidir.
Öyleyse bir eğitimci olarak soralım:
Çocuklarımız böyle bir rekabet ortamı içinde dostluk kurabiliyorlar mı?
Dostluğa yaşamdan kaçış ve mola fırsatları demiştik..Çocuklar dostları ile bu stresten uzaklaşabiliyor mu? Yoksa hayatı birbirlerine daha mı çekilmez hale getiriyorlar? Veya hiç menfaatsiz, çıkarsız birbirlerinin yüreklerinden tutabiliyorlar mı? Yoksa duygudan uzak, her anları planlı, programlı makineler olarak mı yaşayacaklar? Eğer öyleyse, hayatın doğasında var olan bilinmezlik ile nasıl baş edecekler? Gittikçe acımasızlaşan rekabet dünyasında , sıcacık sarıp sarmalayacak kolları bulabilecekler mi?
ROBOT GİBİ DEĞİLDİK
Son günlerde sıkça duyduğumuz 'çocuklar acımasız' tanımlaması sizi de rahatsız etmiyor mu? Üstelik gittikçe daha çok kanıksayarak söylüyoruz, okullarda artan zorbalığın da nedeni imiş gibi sunuyoruz. Adeta dram kıvamındaki olayları geçiştiriyoruz.
Acımasızlığın altındaki nedeni, bu hale niçin geldiklerini, bu kadar büyük rekabet içinde beklentileri karşılama baskısı da eklenince belki de başka seçeneklerinin kalmamış olduğunu hiç sorgulamıyoruz... Acımasızlığın çocukluğun doğasında var olduğunu varsayıyoruz,kendi çocukluğumuzda oyun dışında bile kimseyi bırakamadığımızı unutarak... Bir çocuğa kötülük yapamazdık çünkü, ailelerimiz başta olmak üzere öğretmenlerimiz ve hatta arkadaşlarımız ama en önemlisi vicdanlarımız izin vermezdi o davranışa...
Bizler iyi yetiştirilmiş çocuklardık, bizimle çok daha fazla ilgilenildi aslında...
Derslerimiz veya başarılarımız değildi önemli olan...Yardımseverliğimiz, insanlığımız ve duyarlılığımız üzerinde durulurdu. Şanslıydık, robot gibi yaşamıyorduk...
Dostluklar da kuruyorduk...
Ne oldu da biz annelerimizin yolunda gidemedik? Neyin bedelini ödetiyoruz bu çocuklara? Dostluk dolu yarınlar, çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras olacak. Zira, yarasından taze kan sızan gönül ehline dostların yüzünü görmek merhem gibidir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.