Doğan Cüceloğlu’nun söyledikleri...
Doğan Cüceloğlu... Tek başına bir okuldu. Öyle değerli cümleler bıraktı ki bize. Her biri ayrı bir hayat dersi. 2009 yılında bir röportaj yapmışız kendisiyle. Söylediklerinin hiçbirine kıyamamışım, 'bu bilgiler ulaşabildiği kadar kişiye ulaşmalı' demişim ve üç gün üst üste tam sayfa yayınlamışız. Bu kez yerim dar, aktaracaklarım uzun. Çocuklarla ilgili sözlerini paylaşıyorum izninizle:
Benim bir projem var. Üç soruya cevap bulmaya çalışıyorum: Bir tanesi "Ne?" sorusu. Toplumumuza baktığımız zaman ne görüyoruz?
Bunun kitabını yazdım: Mış gibi yaşamlar görüyoruz. Ne demek mış gibi yaşam? Niyet, bilgi, beceri ve eylem arasında kopukluk olması.
Adam öğretmen, ama öğretmenlikle ilgili hiçbir bilginin peşinde değil. Sınıfla ilgili beceri geliştirmekle ilgisi yok. Kitap okuduğu yok! Öğretmen gibi davranmıyor.
"Mış gibi" öğretmen yani... "Ben anneyim", "Ben babayım" diyor ama bununla ilgili kendini geliştirme tavrı içinde değil. Kurallara, uygulanışına bakın "Mış gibi" yaşamlar her yerde. Niçin "mış gibi" yaşıyoruz? Nedeni korku kültürü.
Bunun da kitabını yazdım.
● Niçin "mış gibi" yaşıyoruz? Doğuştan bir eksikliğimiz mi var?
Hayır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim çocuklarımız da mükemmel doğuyor. Müthiş bir ürün, müthiş bir potansiyel... Ama çiftçilikte bir mesele var; korku kültürü çiftliğinde otoriteler neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tayin etmiş durumda. Sana güvenmiyor, seni sevmiyor, sürekli denetlemeye çalışıyor. Eğitim anlayışı kalıplama.
Yargılayıcı, girişimci olmayan, korkak, çekingen, otoritenin izin verdiği kadar konuşan ezik tipler yaratıyor korku kültürü çiftliği. Üstelik bu ezik tipler kendinden güçsüzü gördüğünde de eziveriyor, zalim oluveriyor.
Çıkar ilişkilerinde güçlü güçsüzü sömürme hakkı buluyor kendinde.
"Ben güçlüyüm, ben patronum" diyor. "Bu dışarıda iş bulamaz nasıl olsa, karın tokluğuna çalıştırayım" diyor.
KORKU VE SAYGI KÜLTÜRÜ
● Peki ezik olan, güçlüyü gördüğü zaman nasıl davranıyor çıkar ilişkisi içinde?
"Allah rızası için ağabey" diyor.
"Bana zamanını ver, bana paranı ver..." Bana her ay tonlarca mektup geliyor. Hepsi de dileniyor. Ya zamanımı, ya paramı dileniyorlar.
"Hocam şunu gönderin ben de karşılığında şunu yapacağım" diyen yok denecek kadar az. Bedel ödemek aklının ucuna gelmiyor.
● Yaşadığımız olumsuz ne varsa temelinde, mış gibi yaşama anlayışı ve korku kültürü var diyebilir miyiz?
Ben sebep olarak bu ikisini görüyorum. Sıradaki sorum "Peki ne yapalım?" sorusu. Şu anda bunun üzerinde çalışıyorum. Korku kültüründen saygı kültürüne geçiş nasıl olabilir bunun cevabını arıyorum.
Bunun da kitabı herhalde 6 yıl sonra falan çıkacak. Korku kültüründen saygı kültürüne geçmeyi başardığımızda insan ilişkileri de değişecek.
Şu anda korku kültürü sana baktığım zaman, "Erkeğim, genç güzel bir kadın karşımda. Nasıl yararlanabilirim?
Nasıl istismar edebilirim?" sorusunu sorduruyor. Saygı kültürüne geçtiğimiz zaman, kadın veya erkek olmaktan ziyade insan olmak önemli olacak. Bir insan var orada çünkü, bir can, bir öz var. Eşit, insan insana ortak bir gelecek yaratılabilir veya yaratılmayabilir. Ama saygı kültürü bana erkek olarak şunu dedirtecek; benim kadar onun da söz hakkı var. Böyle bir kültür oluştuğu zaman ailede anne, baba, nine, büyükbaba çocuğun göz hizasına gelip öyle konuşacak.
● Anne babanın çocuğuna vermesi gereken olmazsa olmaz değer nedir sizce? Hem başarılı hem mutlu hem de topluma yararlı bir insan yetiştirmek için vazgeçilmez bir doğru var mı?
Bir kere sen değer veremezsin.
O değerlerin oluşmasına ortam hazırlaman lazım.
Dürüst ol demek faydasız. Çocuğunun dürüst olmasını istiyorsan sen dürüst olacaksın.
Çocuğun da kendiliğinden dürüst olacaktır ama senin sorun bunu aşan bir soru. Sen diyorsun ki bir insanın yaşamında en önemli şey nedir?
Her koşulda yaşatması gereken nedir? Bunu biliyorum da nasıl anlatacağım diye düşünüyorum... Önce ifade etmeyecek şekliyle söyleyeyim, sonra da örnekle açmaya çalışayım:
Çocuğa kendi yaşamında varolmayı, buna duyarlı olmayı öğretmemiz lazım. Ne demek kendi yaşamında varolmak? İnsan kendi yaşamında yok olur mu? Evet olur.
Okullara gittiğimde şöyle bir örnek veriyorum: Bakın diyorum; ben burada sıfır noktasındayken sıkılıyorum, burada olmak istemiyorum, kapıyı kapatsanız pencereden kaçasım var. Bir de 10 noktası var. Bu noktada kaptırmışım; oyun, hikaye, ya da anlatılan ders.. Çok hoşuma gidiyor. Kapıdan kovsan pencereden girerim... Burada kalmak istiyorum.
Bir de ortada 5 noktası var; gitsem de olur gitmesem de... Şimdi size bir soru: Siz bu okulda ne kadar varsınız? 1 ile 10 arasında bir rakam verin diyorum. Daha şimdiye kadar "Ne demek istiyorsunuz?" diye sorun olmadı. Ben kimim? Niçin buradayım?
Niçin bu soruyu soruyorum?
Kendi isteğimle mi buradayım? Bu soruları sordurana "iç muhasebeci" diyorum ben.
HER GÜN 30 SANİYE DÜŞÜN
Konferanslarımda bunu mutlaka söylüyorum: "Lütfen" diyorum; her gün 30 saniye düşünün. Bugün hayatımda ne kadar vardım? Yazın, bir hafta sonra ortalamasını alın.
Ben bu hafta ne kadar kendi hayatımdaydım?
Bir ay sonra yazın. Ne kadar vardım? Bir yıl sonra yazın.
Hayatınızın en önemli verisini toplarsınız.
Çocuk meselesine dönersek, kendi yaşamında varolma özgürlüğü ailede başlar. Eğer bir anne, bir kadın olarak kendi yaşamında varolmayı başarabiliyorsa; toplumda, kocası ile olan ilişkisinde çocuk da büyürken farkında olmadan bunu öğreniyor. Bir baba yine aynı şekilde önce kendi yaşamında varolmayı başarmalı. Çocuğa bunu kendi yaşamında varolarak öğretmek lazım.
Çünkü yaşam senin var olman üzerine kurulu.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.