Pera Palas’ta Ahmet Abi!
Charles King'in (aslında roman olmayan) Modern Türkiye'nin kuruluş yıllarını anlatan aynı adlı kitabının diziye aktarılacağını duyduğumda çok sevinmiştim. Yapımda, Pera Palas'ta geçmişe açılan bir kapı bulan gazetecinin 1919'a gitmesi ve orada Mustafa Kemal'e düzenlenecek bir suikasti önlemeye çalışmasını anlatıyordu. Bundan önce Stephen King'in 11.22.63 isimli romanını okumuştum. Konu tam olarak şuydu: Bir karavanın arkasında 1963 yılına açılan solucan deliği bulan kahramanımız, meşhur Kennedy suikastini önlemeye çalışır. Biraz uzun olsa da dönemsel gerilimi en iyi şekilde yansıtan bir kitaptı. Yani aslında konular hemen hemen aynı.
CİDDİYETİ DE BALTALIYOR
İlk bölümün ilk sahnesinde, Pera Palas'ın kasvetli bir gökyüzü altında tüm haşmetiyle arzı endam ettiği o sahne, yapımın başrolünde otelin olduğunu adeta haykırıyordu zaten.
Devamında yapımcının kamera ve ışık kullanımı, dekor ve kıyafet seçimi gibi konularda ne kadar muazzam bir iş çıkardığına tanık oldum. Kulüp gibi çok iyi bir dönem dizisinden sonra çıta daha da yükselmişti. Dizi, dönemsel inandırıcılık konusunda Amerikan rakipleriyle rekabet edecek kadar iddialıydı ki bu da bana gurur verdi. Bundan sonra her şey tepe taklak oldu. Öyle bir görüntü vardı ki sanki bütün bu ortamı sağladıktan sonra seyirci ne versek yer gibi bir kafaya girilmişti. Oysa sinema bir yalanı en güzel söyleme sanatıdır. Yalanınızda hiçbir açık olamayacaktır ki bunu sadece görüntüyle sağlayamazsınız.
Gelelim hemen herkesin konuştuğu, 'Hazal Kaya'nın kötü oyunculuğu' konusuna... İlk bölümden itibaren ortalıkta başı koparılmış tavuk gibi koşturan aktris, gerçekten inandırıcılığı sağlayamamaktan öte, yapımın ciddiyetini de baltalıyor gibiydi. Her beş dakikada bir 'Ahmet abii' diye diye bağıran bir Hazal Kaya hayal edin. Üç bölümün sonunda elimdeki telefona baktığımı fark ettim. Dizi akıp gidiyordu ve ben tamamıyla kopmuştum.
FANTASTİK SOSLU DÖNEM
İlk başta ben de konuyu Hazal'ın kötü oyunculuğuna yordum. Sonra biraz daha düşündüm. Aktrisi bundan önceki hiçbir dizisinde kötü bulmamıştım.
Peki bunda niye böyle bir durum vardı? Sonra repliklere ve ona çizilen karaktere baktım. Düşünün ki 2020 yılından modern ve bağımsız genç bir kadın, 1919'a gidiyor... Bu noktada senaristin elinde şöyle bir seçenek bulunuyordu:
'Biraz kadın haklarına göz kırpayım. Biraz aşk yaşatayım. Biraz da kadının yaşadığı çelişkiden komedi çıkarayım.' Eyvah ki eyvah! Sen fantastik soslu bir dönem dizisi yapıyorsun. Bu zaten bizim kültür ve yapım alışkanlıklarımız için bir tür meydan okuma.
Orada bırak bari! Komedi katmaya kalkma! Bu kadar ciddi bir konseptte bir de romantik komedi denemesinin iyi fikir olacağını size hangi aklı evvel söyledi? Buna ancak bulamaç yapmışsın derler. Düşünün ki kahramanımız o devirde sahnede Tarkan ve Madonna şarkıları söylüyor... Üstelik kendisi bir gazeteci! İnanın bu sahne, zamanda yolculuk fikrinden daha fantastik! Bir de komik olması bekleniyor...
Sonuçta, Mustafa Kemal'e aşık Peride hanımın fedakar macerası başlı başına iyi bir konu. Zaman yolculuğu bahsini bırakıp bunu sadece bir dönem dizisi yapsanız, herkes alkışlayacaktı.
Sonuçta bir dahaki İstanbul seyahatimde Pera Palas'da bir kahve molası versem, aklıma ilk gelen şey ne Mustafa Kemalli balo geceleri ne de Agatha Christie'nin anahtarı olacak. Kulağımda sadece canhıraş bir ses: 'Ahmet abiiii!'
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.