Sevimsiz çocukluk
Ülkede açılan bir kafe, pek çok kişinin yüzünü güldürmüş. Gazete haberine göre, 'Hatalı siparişler kafesi' ismini verdikleri işletme, hayli beğenilen bir fonksiyona sahipmiş. Burada garsonlar çok yaşlıymış. Öyle ki, siparişiniz çok geç gelebiliyor ya da hiç gelemeyebiliyormuş ama buna kimsenin de itirazı yokmuş. Bu haber, yaşlılık üzerine biraz düşünmemi gerektirdi.
YASAMADAN ANLAŞILAMAZ
Gerçekten kolay bir dönem değil yaşlılık. Hatta bir yaşlı akrabamın dile getirdiği üzere, 'sevimsiz çocukluk' da diyorlarmış kendi aralarında...
Evet, kişi çocukluğuna dönebiliyor ama bir çocuğun tatlılığından ve ona gösterilen toleranstan muaf olarak girilen bir dönem olabiliyor. Yaşlılığın sevimsizliği, biraz da aksiliğinde. Gel gelelim bir bedenin içinde olmadan onun duygularını anlamak mümkün değil. Söz gelimi telefonumun kulaklığının bozulduğu ve az ses verdiği bir dönem (bunun bir arıza olduğunu fark edene dek) beni duyamayan ve aynı sözü iki üç kez tekrar ettirenlere sinirlendiğimde, duyulmamanın ne demek olduğunu anlamıştım. İnsanın eskiden yapabildiği pek çok şeyi yapamaması ve artık toplum ya da bırakın toplumu, ailesi içinde üretime katkısı olmayan biri gibi hissetmesinin ne demek olduğu, yaşamadan anlaşılabilecek şey değil.
AK SAKALLI BİLGE KIŞI
Peki neden bazılarının yaşlılığı tatlı oluyor da bazıları 'acılaşabiliyor'? Bu sorunun yanıtı hem üstteki konuyla ilgili, hem de kişinin mizacıyla.
Gördüğüm kadarıyla gençliğinde bedensel aktivitelerle varlık gösteren kişiler (sporcu, tamirci, marangoz vs.) yaşlılıkla birlikte bu becerileri kaybolmaya yüz tutunca önce öfke, sonra da depresyon yaşayabiliyor. Bilişsel becerilerin henüz yerinde olduğu 'genç yaşlılık', özellikle zihinsel olarak varlık göstermiş (öğretmen, felsefeci, bilim insanı, yazar vs.) kişilerinse altın çağı olabiliyor. O dönemde yaşıtlarıyla fiziksel olarak rekabet dönemi bittiği için oldukça öne çıkıyorlar ve sahne onlara kalıyor. Çevrelerinin ak sakallı, bilge kişisi olarak saygı görüyorlar.
Tabii dediğim gibi, bilişsel becerilerin yitimiyle birlikte o avantaj da sona eriyor.
YENİ BECERİ ÇABASI
Benim fark ettiğim en önemli şey ise, yaşlılığı konforlu yaşayabilmek için (varlıklı ve çevresince sevilen bir kişi için konuşuyorum) yaşlılığa teslim olabilmenin gerektiği. Teslim olmak, pasif bir kavram olarak anlaşılmasın. Yine yaşlılığın etiklerinden korunabilmek için sınırlı fiziksel aktivite, hareketli bir sosyal çevre ve yeni beceriler edinme çabasına devam edeceğiz. Benim kastım psikolojik sağlamlık için gereken iç barışı sağlamak. Yaşlılıkla kavga edip de kazanan kimse görülmedi henüz.
BEKLENTİNİN AZALMASI
Yaşlılığın zorluğu nerede? Özellikle hareket kabiliyetinin kısıtlanmasında.
Avantajı nerede? Eğer biraz şanslıysak önce toplumun, sonra aile çevremizin bizi kayırması ve kollamasında. Bizden beklentinin azalmasında. Şimdi yaşlılığı kabullenmemek, onunla sürekli olarak kavga etmek bu dönemin zorluğunu kabul edip konforunu reddetmek anlamına geliyor. Öyle huysuzlaşıyorsunuz ki çevrenizde sizinle olmak isteyen kimseyi bırakmıyorsunuz. Bu bağlamda yaşlılığı denize, yaşlıyı da yüzme bilmeyen birine benzetebiliriz.
Yüzme bilmeyen kişi çırpındıkça batıp sonunda boğulacaktır. Sırt üstü denizde yatan kişiyi ise aynı deniz taşımaya başlayacaktır, değil mi?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.