San Pietro mu, El Hamra mı?
***
Geçtiğim yıl İtalya'ya gittik. Roma'nın bugün bile görkemli bir şehir, hatta açık hava müzesi olduğu tartışma götürmez. Roma'ya her gidenin muhakkak görmek isteyeceği Vatikan'a ve tabii San Pietro Katedrali'ne biz de gittik. Gördüğüm manzara müthişti. İtiraf edeyim, beynimden vurulmuşa döndüm. Katedralin daha kapısından girer girmez sizi ezen, yok eden, size hükmeden bir ihtişamla karşılaşıyorsunuz. Ve mermerin metafizik bir çabayla yontulmasından ortaya çıkan olağanüstü eserler adeta size Hıristiyanlığın hikayesini resmediyor. O heykellerin olağanüstü görkemi bir yana, o mekanda yaratılan simetri insana bir başka alem duygusu veriyor.
Bugün utandığım bir düşünce geçti zihnimden: "Bizim de tarihi eserlerimiz var ama bunun yanında bizimkiler çok zayıf kalıyor." Aslında gördüğüm büyüleyici manzara elbette sadece metafizik bir çaba ile oluşmuş bir şey değildi. Batı'nın yüzyıllarca süren sömürge politikası bu büyüleyici eserlerin imar ve inşasını finanse etti. Ama ne olursa olsun, gördüğüm büyük bir medeniyetin sembolleriydi.
***
İki hafta önce İspanya'ya gittik. Bir Müslüman Türk eğer İspanya'ya gidiyorsa Flamenko dansı seyretmeli, Barselona stadında Messi'yi izlemeli ve tabii muhakkak Kordoba'da Kurtuba Camii'ni, Granada'da El Hamra Sarayı'nı görmelidir.
Biz bunların hepsini eksiksiz yaptığımız çok güzel bir gezi yaşadık. Ancak, bu gezinin benim kafamda travma yaratan bir bölümü var ki onu anlatmalıyım: Kurtuba Camii ilk şoku yaşadığım yerdi. Karşımda devasa bir eser duruyordu. Vizigotların yok etmeye çalıştıkları ama buna muaffak olamadıkları bir eser. Kendinden sonraki İslam mimarisine örnek olmuş bir şaheser. İçinde sütunlarla sağlanan simetriyi görünce hemen zihnimde San Pietro'da düşündüklerim canlandı. Düşünebiliyor musunuz, Kurtuba Camii'nin içine 120'ye yakın küçük kilise yerleştirmişler. Ancak, cami hala Müslüman kimliğini inatla temsil etmekte. Ben burayı görünce anladım ki Endülüs medeniyeti hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum. Kulaktan dolma veya okuyarak elde edilen bilgiler burayı anlamak için yetmez, görmek gerekir. İlk medeniyet şokunu burada yaşadıktan sonra Gırnata'ya gittik. Ve tabii El Hamra Sarayı'na. Mucizenin mermerlere kazındığı ve her bir santimetre karesiyle onur duyacağımız El Hamra'ya. Aynen yaşadığımı yazıyorum, resmen travma geçirdim. Böyle bir sanat mı olur? Düşünün ki tüm duvarlarda mermer, mikroskobik bir nakışla işlenmiş. "Bunlar bu dünya işi değil" diye düşünüyor insan. O zevk, o estetik, o simetri, asimetri oyunları... inanılmaz. Üstelik bu mucizevi eserlerin hiçbiri San Pietro'nun ve başka Hıristiyan eserlerinin insanı ezen, aşağılayan üslubuna sahip değildi. Tam tersine, insana hürmet gösteren, insanı yücelten, insanla bütünleşen bir mimari ve estetik üslup taşıyordu Endülüs eserleri. Bir yıl önce San Pietro'da ne düşündüysem tam tersini düşündüm: "Buradaki sanat, San Pietro'dakinden on gömlek daha üstün." O kadar ki, 1492'den sonra Endülüs, Hıristiyanlar tarafından ele geçirildikten sonra El Hamra belli ki yok edilmek istenmiş, ancak Katolik barbarlığı bile Müslümanların bu mucizesini bütünüyle yok etmeyi göze alamamışlar. Sarayın içine o büyük medeniyet ve sanatla rekabet etmek için bir kilise inşa etmişler ama kiliseyi yarım bırakmışlar. Rehber bize aynen şu cümleyi söyledi: "Çünkü buradaki sanat ve ince zevk ile yarışılamayacağını gördüler."
***
Endülüs'ten dönerken uçakta düşündüm: Ben niye ancak bu yaşımda görebildim Müslümanların yarattıkları böyle büyük bir medeniyeti? Sanki gizli bir el bizim o doğulu komplekslerimiz içinde hapsolmamızı istedi. Öyle ya, hangi Türk, hangi Arap, Kurtuba'yı görse, El Hamra'yı tanısa Batı medeniyeti ve sanatı karşısında aşağılık kompleksi duyar? Çünkü Endülüs demek hem metafizik boyutuyla hem de fiziki boyutuyla daha üstün bir medeniyet demektir. O nedenle herkesin çoluğunu çocuğunu alıp bir Endülüs seferi yapması şarttır.
Endülüs yazıları devam edecek!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.