Oh olsun!..
"İzmir'de görev yaptığı Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri'nde, başörtülü öğrencileri derslere almayıp fotoğraflarını çeken Prof. Dr. Rennan Pekünlü, YÖK Denetleme Kurulu tarafından görevinden uzaklaştırıldı."
Düşmanım dahi olsa, bir insanın işinden ekmeğinden edilmesine gönlüm razı olmaz. Allah'tan yukarıda adı geçen profesörün emekliliği gelmiş, yani çok fazla bir zarara uğramayacak, sadece Ege Üniversitesi bir arkaik zihniyetten daha kurtulmuş olacak.
Haberi görünce kısa bir araştırma yaptım. Bu profesör acaba bugüne kadar bu ülke için hangi bilimsel değeri üretmiş diye.
Bölümü de uzay bilimleri ya...
Kayda değer hiçbir şeye rastlamadım.
Google'a bu adamın ismini yazdığınız vakit elinde fotoğraf makinesiyle başörtülü avı yaptığını gösterir resim ve haberlerden başka bir şey çıkmıyor.
İnsan şaşırıyor...
Sanki bu profesör Türkiye için müthiş bir uzay gemisi yapmış ama bu uzay gemisi tam havalanacakken, kızların başörtüsüne takılmış ve bir türlü havalanamıyor.
Neyse, bu adamları eleştirmeyi bile onlara hak etmedikleri bir iltifat sayıyorum.
YÖK'ün bu adamı işten atmasını Ege Üniversitesi için hayırlı bir gelişme olarak görüyorum.
Fazıl Say'a dava
İki hususu hemen dile getirmeliyim:
Bir, Fazıl Say büyük bir yetenektir ve Türkiye'nin değeridir, ancak buna rağmen, benim gözümde insanlığı beş para etmez biridir. Kibirli, kasıntı, politikaya bulaşmaya hevesli bir tip. İçinde yaşadığı toplumun değerlerine karşı saygısız.
Babası Ahmet Say'ın efendiliğinden, kibarlığından hiçbir şey almamış.
İkincisi, ben Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi üst yargı kurumlarını eleştiririm, zaten Türkiye'deki yüksek yargı organlarının tamamıyla mahkemeliğim ama alt mahkemeleri kararlarından dolayı, yüzde yüz hatalı bulsam dahi, eleştirmem. Çünkü bunun doğru olmadığına inanırım.
Şimdi İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fazıl Say hakkında dava açtı, mahkeme de davayı kabul etti.
Savcıyı da mahkemeyi de yine eleştirmeyeceğim ama o kadar yanlış bir dava ki bu, bunu ifade etmeliyim.
Twitter mesajları nedeniyle "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçlaması yapıyor İstanbul savcısı.
Konser için bulunduğu Slovenya'dan mesaj gönderen Say, "Sadece yapılan kinayeyi komik buldum ve retweet ettim" diye kendini savunuyor.
Fazıl Say'ın yaptığı sanattan başka hiçbir sözü önemli değil, çünkü sürekli olarak saçmalıyor. Ancak Fazıl Say çok önemli bir sanatçı. Bu köşeden zamanında yazdım, 2000'li yıllarda New York'ta Türkiye'nin adını duyuran iki şeyden biri marketlerde satılan Malatya kayısısı, diğeri müzik marketlerde satılan Fazıl Say CD'leriydi.
Keşke davayı açan mahkeme hakimi gerekçeli kararına, De Gaulle'ün Sartre için "Sartre Fransa'dır" dediği gibi "Fazıl Türkiye'dir" diye yazabilseydi...
Bu hem Fazıl Say'a hukukun bir şamarı olurdu ve bu abuk sabuk konuşan bu yeteneği ıslah edici bir işlev görürdü hem de Fazıl Say'ı imha etmeye çalışan lümpen çevrelere gerekli mesaj verilmiş olurdu.
Ama maalesef bizim savcı ve hakimlerimizin çoğu "düz adamlar", yargının elinden çıkmış bu tür mesajların toplumsal kalitemizi çok yükseğe taşıyıcı referanslar oluşturacağının farkında değiller.
Ne olacak şimdi?
Türkiye'nin tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yetiştirdiği en yetenekli sanatçıyı, üstelik de din gibi bir netameli mevzuda, yargılayacaksınız. Bu dava üzerinden zaten her konuda bölünmeye teşne bir toplumu bir de siz böleceksiniz.
Üstelik bir piyanisti yargı eliyle siyasileştireceksiniz. Mahkeme kapılarında ne kadar aşırı politik militan varsa toplanacak. Şimdi sosyal medyada saçmalayan ve kendi kibrini tatmin eden bir yetenekli sanatçıyı politik biri haline getireceksiniz.
Türkiye'nin imajına vereceğiniz zarar da cabası...
Son günlerde çok fazla din konuşmaya başladık, bu açılan davalara da yansıdı ki, çok kötü bir şey bu, çok kötü...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.