"SANA BENİM GÖZÜMLE BAKMAYANIN MEZARINI KAZACAĞIM, SENİ SELAMLAMADAN UÇAN KUŞUN YUVASINI BOZACAĞIM!"
Gazimagusa yakınlarında, Derinya'da, Rum motosikletli grupların sınırı delme girişimi yaşanıyor...
Rumlar sınırı geçiyor, güvenlik güçlerimize saldırıyorlar.
Tasok İsak adlı bir Rum ölüyor.
Ertesi günü yine geliyorlar Rumlar.
Türk egemenliği altındaki toprakları işgal edip fiili durum yaratmak istiyorlar.
Solomon Soloma adlı bir Rum, KKTC sınırlarının içindeki bayrak direğine tırmanıyor...
Gönlerde nazlı nazlı dalgalanan al yıldızlı al bayrağı indirmeye çalışıyor.
Tam o an da bir silah sesi...
Bayrağımıza el uzatan el kırılıyor.
Tam alnının çatından yiyor mermiyi.
Bir çuval gibi yere düşüyor.
O emri bir komutan verdi:
"Tamburalı Paşa" namıyla maruf bir Paşa...
Güneydoğu dağlarını PKK'ya dar eden kahraman komutanımız Korgeneral Hasan Kundakçı.
Ona selam olsun, ellerinden öperiz...
Yanlış mı yaptı?
Hayır, vallahi doğruydu emir.
Bir daha Kıbrıs'ta Türk bayrağına hiçbir düşman el uzanamadı.
Hasan Kundakçı Paşa bu işten zarar gördü.
Muharip general olmasına rağmen orgeneral yapılmadı.
İnterpol hakkında yakalama kararı çıkarttığı için yurt dışına hiç çıkamadı.
Ama olsun...
O gönüllerimizde ve tarihimizin en mutena sayfalarında milli onurumuzu koruyan bir kahraman olarak çoktan yerini almıştır.
Tam 18 yıl sonra benzer bir olayı bu kez vatan topraklarında yaşıyoruz.
Şok içindeyiz...
Bir grup PKK'lı Diyarbakır 2.Hava Kuvvet Komutanlığı Kuzey Nizamiye Bölgesindeki nöbetçi kulübesini taşlıyor.
Bu arada bir PKK'lı tel örgülü duvardan atlıyor, bayrak direğine tırmanıyor ve bayrağımız indirip fırlatıyor.
Herkes seyrediyor.
Oysa böyle bir şey olmamalıydı...
O PKK'lı nizamiyeye girememeliydi...
Bayrak direğine tırmanmamalıydı...
Bayrağa el sürememeliydi!
Tam da Devlet Bahçeli'nin dediği gibi...
Tam da Kıbrıs'ta olduğu gibi...
Tam da Hasan Paşa'nın verdiği emirdeki gibi olmalıydı her şey.
Alnının çatından kurşunu yemeli...
Ve o hainin mundar cesedi bir çuval gibi yere düşmeliydi.
Kıbrıs'ta Korgeneral Kundakçı Paşa bir Türk komutanının vermesi gereken emri verdi...
Diyarbakır'da Korgeneral Nejat Bilgin ise seyretti!
Bunun adı komutanlar arasındaki kalite farkıdır işte, başka bir şey değil!
BAYRAK MESELESİ BAŞKA ŞEYDİR!
9 Eylül 1922'de Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir'de Yunan bayrağına karşı gösterdiği hürmeti ve yaptığı jesti anlatmaya gerek yok; herkes bilir ve iftihar tablolarımızdandır.
Bayrak siyaset değildir...
Dostluk, düşmanlık parantezine dahi alınamaz.
Milliyetçilik, sağcılık, solculuk hiç değildir.
Bayrak ezel ve ebedin bir bez parçasında tecessüm etmiş halidir.
Milletin hayatta kalma iradesi için dökülen kanların kök hücrelerinin muhafaza altına alındığı kutsaldır.
Şehitlerin tamamının dalgalanan ruhudur.
Bayrak dindir, özgürlüktür, namustur!
Varlık yokluk meselesidir.
Mustafa Kemal Paşa yeni bir devlet kurdu, her şeyi değiştirdi.
Hiç düşündük mü acaba, neden ay yıldızlı Albayrak devletin bayrağı olarak kalmaya devam etti?
Oğlumun daha iki yaşındayken Türk bayrağını görünce heyecanlanmasından anladım bunun nedenini.
Bayrak varoluşsal bir olgudur.
O nedenle kim bayrağa el uzatırsa onu yok etmek, bizim için Anadolu toraklarında var olmanın ön şartıdır.
Demokrasi, insan hakları vs. arkadan buyursun lütfen!
Bunu herkes böyle bilsin.
Bu bayrak meselesi başka şeye benzemez!..
Not: herkes, en başta da bayrağın Türkler için ne demek olduğunu yeterince bilmeyenler Arif Nihat Asya'nın Bayrak şiirini bir kez okusunlar!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.