Epeyce bir izin yaptık ve tekrar okuyucularımızla beraberiz. Bu arada memlekette tarihi gelişmelere şahitlik etmekteyiz. Cumartesi günü Nevruz kutlamalarında Abdullah Öcalan'ın mektubu, adına Çözüm Süreci dediğimiz milli projeyi bir adım daha ileriye taşımış ve bu projeye ümit bağlayanlara moral vermiştir. Aslında Çözüm Süreci'nin içinde bir de "Mektup Süreci" diyebileceğimiz bir süreç vardır. Daha doğrusu Abdullah Öcalan'ın yazdığı ve Diyarbakır Meydanı'nda okunan mektuplar. İlk mektup 2013 yılında okunmuştu ve Öcalan o mektupta şu üç şeyin altını çiziyordu:
Bir, Türkler ve Kürtler Müslümandır ve ortak bir tarihi yaşamışlardır.
İki, Kürt Sorunu Türkiye'nin demokratikleşme perspektifinde çözülecektir.
Üç, silahlı mücadele dönemi bitmiş, siyaset yapma dönemi başlamıştır.
Öcalan 2013 tarihli mektubunda aslında PKK'nın kuruluş ve terör yapma gerekçelerinin tamamından vazgeçtiğini açıklamış oluyordu.
2014 tarihli mektubunda da aşağı yukarı aynı ifadelerini teyit etmiştir Öcalan.
Cumartesi günü Diyarbakır meydanında okunan mektup ise, daha önceki iki mektuptan da daha teferruatlı, daha buyurgan ve daha kesin hatlara sahip bir üslupla kaleme alınmıştı.
Dediği şuydu Öcalan'ın: Bir, bizi bölen, etnik kavgaları çıkaran, kardeşliği yaralayan emperyalizmdir.
İki, Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı verdiğimiz kırk yıllık mücadele artık sürdürülemez hale gelmiştir. Artık barış içinde bir arada yaşama zamanıdır.
Üç, Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bitirecek kararı bir kongre toplayarak alın!
Dikkat edilirse Öcalan, bazılarının zannettiği gibi "silahların susmasından" değil; "silahlı mücadelenin son bulmasından" bahsediyor ve mektubun en önem taşıyan yanı bu.
Bütün bu gelişmeler alt alta okunduğu zaman, 2015 Nevruz'unun yeni bir tarihin başlangıcına işaret ettiği görülür.
PKK TÜRKİYE'Yİ YENDİ Mİ?
Türkiye'nin PKK'ya karşı verdiği mücadelenin sonuçlarından beslenen ve oturdukları yerden, azıcık ve ucuzundan siyasi çıkar sağlayan bazı çevreler, Çözüm Süreci'nin geldiği bu aşamadan çok rahatsız görünüyorlar. Tabii, proje ve siyaset üretmek yerine "kahrolsun PKK" demek varken veya al bayrağa sarılı şehit cenazelerinin etrafında "Şehitler ölmez" diye slogan atarak oy devşirmek mümkünken niçin bu kolay siyaset mecrasının yok olup gitmesini istesinler?
Birde bu çevreler şu soruyu soruyorlar: "PKK Türkiye Cumhuriyeti'ni yendi mi ki, bu tavizler veriliyor?"
Bu soru kötü niyetli bir soru olduğu halde çok anlaşılır bir cevabı var:
Bir, Türkiye PKK'ya taviz filan vermiyor. Kürt vatandaşlarımıza demokratik, insani ve bireysel haklarını veriyor. Bu eleştirileri yapanlar şunu söylemek istiyorlarsa dürüstçe söylesinler: "Kürtlerin dillerini kullanma, seçmeli ders alma, Kürtçe TV, Kürtçe isim koyma hakları olmasın!".
Bunu söyleyenler ve düşünenler varsa bilsinler ki öyle bir dünya yok, Kürtler bizim vatandaşlarımızdır ve verilen haklar onların en doğal haklarıdır.
İki, böyle düşünenler ve PKK'lılar da, ayrıca şunu bilsinler ki, Türkiye Cumhuriyeti Kürtlere asla "imtiyaz hakları" denilen veya "kolektif hak" kapsamını giren ve ayrımcılık yaratacak haklar vermeyecektir ve veremez. Türkiye'nin üniter devlet yapısına zarar verecek her talep zorlaması Çözüm Süreci'nin bittiği noktadır ve oradan başka bir süreç başlar.
Üç, gelelim "PKK Türk devletini yendi mi?" meselesine: Hayır PKK Türk devletini yenmedi, tam tersine PKK Türk devletine yenildi. Bu çok açık, zira bunu anlamak için PKK'nın kuruluş ve mücadele hedeflerine bakmak yeterlidir. PKK bağımsız bir Kürt devleti kurmak için kurulmuş ve bunun için savaşmıştır. Sonuç: Gelinen nokta bu hedefinden bütünüyle vazgeçmiş olduğunu gösteriyor. Unutulmasın ki silah bırakan ve bırakacak olan Türk devleti değil, PKK'dır.
Türkiye ise en başta hangi çizgide duruyorsa o çizgide duruyor, Kürt meselesini birliği ve bütünlüğünü tahkim edici bir niteliğe sahip kılmaya çalışıyor. Üstelik komşu ülkelerin Kürtlerinin ana gövdeden koptukları bir dönemde hayata geçiyor Kürtlerle ortak bir gelecek projesi.
KÜRTLERİN SORUMLULUĞU
Bütün bu tarihi gelişmeler olurken bütün tarafların azami dikkati göstermesi gerekiyor elbette.
Hükümet bu süreci başarıyla yürütüyor ve fakat, özellikle Abdullah Öcalan'ın sanki kendi fikirleri etrafında yeni bir devlet kuruluyor havası veren o megolaman tavır ve üslubuna izin vermemelidir.
Çözüm sürecini Türk halkına daha güçlü anlatmak da hükümetin en temel görevleri arasındadır.
Diğer taraftan, Kürt siyasetçilere en büyük görev düşmektedir. Şayet bu sürece inanıyorlarsa kışkırtıcı, etnik şımarıklığın bütün alametlerini sergileyici, küstah ve üst perde konuşma ve tavırları bir kenara bırakmalılar.
Türkler ve Kürtlerin bütün dünyaya karşı, kardeşçe çok önemli bir iş başardıklarını hatırımızdan bir an olsun çıkarmayalım.
Cumhurbaşkanının pek de iyi anlaşılmayan ama bana göre çok önemli tutumunun, aslında herkes için çok değerli bir uyarı ve yol gösterici nitelik taşıdığını da hatırlatarak, bütün bu gelişmelerin Türk milleti için hayırlar getirmesini Allah'tan niyaz ediyoruz.