"Türkiye'de hayvancılık bitti" diyen dostlarımız var. Bunlar her şeye siyaset ve ideoloji penceresinden bakan insanlar. Türkiye'de tarım sektörünün, daha özelde hayvancılığın asıl sorunlarından tamamen habersizler.
İşin doğrusu şu; yaklaşık 23 milyon ton süt üreten bir ülkede hayvancılık bitmiş olabilir mi? Bu mümkün mü? Elbette değil, o halde gelin biz bugün çok önemli bir sektörel sorunu ele alalım.
BUZAĞI KAYIPLARI
Sektörün akil adamlarından Atafen Genel Müdürü ve Veteriner Hekim Tahir Yavuz, "Hayvancılıkta kayıp ve kaçak konusu her ülkede önem taşıyor. Ama özellikle buzağı kayıpları kader değil, çareleri var" diyor. Yavuz'a göre, bu konuda artık bir farkındalık oluşmuş. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın 2018 yılını, 'Buzağı Yılı' ilan etmesiyle söz konusu farkındalık açısından önemli gelişmeler meydana gelmiş. "Buzağılara çiftliklerimizin ve ülkemizin ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Kayıpları önlemek ödevimiz ama buzağı kayıplarımızın da sebepleri çok" diyen Tahir Yavuz önlemleri şöyle sıralıyor: "Aşağıdaki 6 maddeyi herkesin uygulaması gerekir. Kuru, temiz, havalandırmalı ortam. Buzağıların büyüklerden ayrı bir yerde barındırılması.
Anneye doğuma 1 ay kala aşılama. Göbek kordonunun iyotlu bir solüsyon ile iyice silinmesi. Ağız sütünün en kısa zamanda ve doğru miktarda içirilmesi. Buzağı doğar doğmaz kas içi veya deri altına hazır koruyucu antiserum yapılması."
HEP DEVLETTEN OLMAZ
Tam bu aşamada, Bakanlığın neler yapması gerekiyor diye sordum. Yavuz, "Yukarıdaki çok önemli 6 maddenin üçüncü sıradakini Tarım Bakanlığımız üstleniyor.
Bu çok faydalı bir hizmet. Fakat hayvan sahipleri de diğer maddeleri kendileri yerine getirmeli. Bakanlığımız üzerine düşeni yapmaya hazır olsa bile bakım, besleme ve çevre koşulları hayvan yetiştiricilerinin düzelteceği konular," cevabını veriyor.
Sektörün deneyimli ve uzman temsilcisi Tahir Yavuz, Türkiye'nin hayvancılık bakımından büyük potansiyeli olan bir ülke olduğunu söylüyor. Ancak tabii girdi maliyeti ve pazarlama sorunlarının da altını çiziyor. Yavuz, "Sadece üretim yetmiyor, ürettiğimiz değerleri kaybetmemek de şart.
Bu çerçevede en çok üzerinde konuşulan üretim kısıtlayıcı unsur, meralarımızın bir kısmının kullanım dışı olması. Diğeri sıklıkla gündeme gelen kuraklık. Bunların ikisi de doğru. Fakat üretimden geri kalmaya mazeret oluşturmaz. Söz gelimi, beni yakın zamanda arayan bir üretici dostumuz, dört yüz koyunu olduğunu ve bu yıl sadece 100 kuzu elde edebildiğini söyledi. Bunun arkasında mera kıtlığı yok.
Bilgisizlik veya ihmal var. Bu tip örnekler ise çok fazla" diye konuşuyor.
MERALARLA İLGİSİ NE?
Yavuz'un son değerlendirmesi adeta ders niteliğinde: "Kapalı, havalandırmasız damlarda tutarak, amonyak ve diğer zararlı gazları solumaya mahkum ettiğimiz, öksüren ve besleneceğine kilo kaybeden danaların hayvancılık sektörüne, hatta ülkemize maliyetleri büyük. Buzağı, oğlak ve kuzu kayıplarımızın mera kullanımındaki sorunlarla ne ilgisi var? Yine mastitis ve özellikle gizli mastitis ile yitirilen binlerce ton sütün mera ile ne ilgisi var? Basit yöntemlerle önleyebileceğimiz hipokalsemi ve gizli hipokalsemi arkasından en az 6-7 hastalığı beraberinde getiriyor. Bu kayıplarla da meraların bir ilişkisi yok. Üretimin büyük çoğunluğu entansif. Yani biz hayvanları meraya salmıyoruz. Onların önüne yemleri götürüyoruz. Dolayısıyla bu tip barınakların konforsuzluğundan, buralarda olan kayıplardan biz sorumluyuz. Koruyucu hekimlik ve biyogüvenlik ilkelerini her zaman aklımızda tutalım. Mera kıtlığı ya da mevcut meraların kullanılmaması mazeretine sığınarak üretimden geri kalmak hayvancılığımıza darbe vurur. Gerçek sorun uygulamalardaki eksiklikler, ihmaller ve bilgisizliğin arkasında saklı."