Evimde hayatın fişini çektiğim gecelerden biri... Kendi kendime kalmak istemişim...
Panjurlar kapalı... Televizyon, bilgisayar da... Evde sadece bana iyi gelecek bir müziğin sesi... Kitabımın sayfalarında geziniyorum...
Telefonda bir mesaj... Canım açıp okumak bile istemiyor... "Lütfedip" elime alıyorum telefonu... Canım isterse cevap vereceğim...
İşte öyle bir hal...
"Nil, İzmir'de darbe ne durumda? Orada neler oluyor?" Sözlüklerden bile toptan silinmiş gibi gelen bir cümle; siyah simsiyah harflerle yeniden yazılıyor sanki o an...
"Ne diyorsun sen yaa? Darbe ne demek?" yazacağım ama yazamıyorsun işte...
Gazetecisin!
Anlatamazsın ki, "Bazen kapıyı pencereyi kapatır misali, dünyayı kapatmak istiyorum ben. İşte bu gece de o gecelerden biri benim için diye."
Televizyonu açıyorum...
Haberler çıldırmış!
Altyazılar şuursuz!
"Türkiye'de darbe"
İstanbul bir felaketi yaşıyor...
Askerler, köprüleri, yolları kesmiş...
Ankara'da tablo karanlık...
Halk, askerlerden korkuyor!
Askerden korkmak mı!
Mehmetçik'ten mi korkuyoruz biz şimdi?
Kendi evlatlarımızdan!
Telefonları açmamak gibi lüksüm kalmadı...
Çağrıların ardı arkası kesilmiyor...
Hayatımın dükkanına astığım "Kapalıyız" yazısını ters çevirip, "Açıka" alıyor; gazeteye gitmek için taksi durağını arıyorum...
Dııııttt...
Dıtttt...
Dıttt...
Hiçbir sessizlik bu kadar ürkütücü değildir...
Açılmayan hiçbir telefon böyle korkutmamıştır...
7/24 açık olan taksi durağı cevap vermiyor...
Kahretsin, ben ne diye kapatmıştım ki bu panjurları...
Açmaya korkuyorum...
Dışardan hiçbir ses gelmiyor...
İstanbul, Ankara yangın yeriyken İzmir'de bir şey olmuyor mu?
Gazeteden istediğim araç geliyor...
Sessizliğin ürkücü sesini dinleyerek yol alıyoruz... İzmir'de hiçbir şey yok! Çocukluğumdan beri güvenle yürüdüğüm, "Benim evim" burası dediğim bir kentte, korkuyla yol alıyorum... Her an birileri önümüzü kesecek...
Belki silahlarla taranacağız... Belki gözaltına alınacağız...
Gözaltı ve ben!
Asansöre binmekten bile nefret ederken, gözaltında kilitli kalma düşüncesi, o an silahla taranmaktan bile daha korkunç geliyor!
Gazetenin önündeyiz... İçim daralarak arabadan iniyorum... Gazetemin 15 yıldır her gün çıktığım merdivenlerini koşar adım çıkıyorum...
Ne ürkütücü... Gazetemde de güvenli hissetmiyorum! İstanbul'da basın merkezleri basılıyor... Silahlı askerler tehditler savurarak canlı yayınları işgal ediyor... Birazdan buraya da mı gelecekler?
Zaman geçiyor...
Yangın yeri büyüyor...
Bir helikopterden sokaktaki silahsız vatandaşların üzerine ateş açılıyor... Soğukkanlılık falan kalmadı... Ülkemdeki vahşeti izliyorum...
Benim ülkem... Benim ülkem mi burası?
Onlar benim askerim mi?
Tanklar çıkıyor... Ya ne tankı kent merkezinde?
Biz onları zafer kazandığımız savaşların yıldönümü kutlamalarında, resmi geçitlerde izlemiyor muyduk? Ne yapıyor sokaklarda?
Televizyonda bir ses... "Silahlı Kuvvetler yönetime el koymuştur..." Biri o an sanki bütün Türkiye'yi bir zaman makinesiyle yolculuğa çıkarmış gibi hissediyorum...
Gözümün önünde siyah-beyaz bir görüntü... Unutulmuş bir filmin en ürküten sahnesi yeniden karşımızda... İyi de biz o filmi arşivlerden silmemiş miydik?
Türkiye...
Darbe...
Sıkıyönetim...
15 Temmuz 2016'dan 15 Temmuz 2017'ye...
Türkiye'de "asker" maskesi ardına gizlenmiş FETÖ'cü hainlerin yarattığı bir kabustan uyanmak için el ele verdiği bir gece...
Tek başına uyanma gücü olmayan bir halkın, "vatan için buluştuğu" bir gece... Kaç ülkenin evladı yapardı bunu? Kaç kişi, kendini tankların önüne atar, kaç kadın bir kamyonun direksiyonuna geçer, kaç kadın çoluğunu çocuğunu alıp meydanlara inerdi... Yakın coğrafyamızdaki bir savaştan kaçan kaçana...
Bir kabusun acı yıldönümünden geriye kalan tek bir şey var belki de... Bu vatan, uğruna ölünecek kadar sevilen bir vatandır...
Ve gerisi teferruattır!