Atarlı sevgili gibisin Çeşme!
Söz verdiğim, Çeşme maceramın bir bölümünü yazıyorum...
Çeşmeli turizmcilerin mi ahı tuttu nedir bilmiyorum ama Yunanistan tatilinden vazgeçtim...
Yok hayır, Veysi Öncel'in "Yunan adalarına defalarca giden insanlar tanıyorum.
Vatanını seven kendi ülkesinde tatil yapar" sözünden falan etkilenmedim...
Depremden tırstım arkadaş!
"Yaaa bir şey olmaz, gidelim işte" sözü, benim için "yeterli" ikna edicilikte değildi...
Ne demişler şarkıda, "Kader diyemezsin, sen kendin ettin." "Bir şey olmaz" kaderciliğine sığınıp, niye kendim edeyim, değil mi ama?
***
Depremin üzerine bir de benim ara ara tutan tembelliğim eklendi...
Bodrum, Antalya yolları gözümde büyüdü...
Ve bana Çeşme denizi gözüktü...
***
Günlerce "atar" yaptığın sevgiliye, ilk mesajı göndermek gibi bir şeydi!
Kendini tutamaz, yazar, sonra sinirden tırnaklarını kemirir, "Hay yazmaz olaydım" dersin ya...
Böyle bir his...
***
Peki ben ne yaptım?
Olumsuz düşünceleri bırakıp, denize kavuşmaya odaklandım...
Ama bu kolay olmadı...
Çünkü "Çeşme'de denizle buluşmak" çok zor!
Yeşilçam filmlerinde bile, esas kız ve oğlan daha kolay kavuşuyor!
***
İlk engel, yer kalmayan otoparklardaki vale hizmeti!
İstanbul sosyetesinin vale görgüsüzlüğü bize de bulaştı...
İzmir'de daha rezervasyona alışamadım, bünye valeyi hiç kaldırmıyor ama yapacak bir şey yok!
Ardından, giriş ücretini ödemek için sırada bekliyorsun...
Ve bu nokta itibarıyla mekanlar kendi içlerinde ayrılmaya başlıyor...
Vallahi şaka yapmıyorum.
Mekanların birinde, kendi içeceğimi kendim alayım dedim.
Bir içecek için 3 kasa gezilir mi yaa!
Kahveyi ayrı, soğuk içeceği ayrı yerden veriyorlarmış vs...
Bir ara kasiyerin "Bugün git, yarın gel" diyeceğini sandım...
Neyse ki demedi...
İçeceğimi aldım, kendimi denizin huzurlu kollarına bırakırken, ertesi gün başka yere gitmeye karar verdim...
***
Gittim...
Bu kez ne oldu?
Klasik sıra işlemlerinin ardından kumsaldayım...
Denize yakın bir yere otururken, kendini mekanın sahibi zanneden "atarlı/giderli" bir çalışan, en artistik tonlamayla şöyle dedi:
- Kumsalda yerim kalmadı.
Çim bölümde oturabilirsiniz.
Etrafıma bakındım.
Kumsalda en az 20 tane boş yer var.
Saat olmuş 14.00...
Rezervasyonsa eğer, bunun da bir saati olur...
Yok öyle "Canım isterse gelirim.
Al bu da sezonluk parası" görgüsüzlüğü!
"Bunu girişte söyleyecektiniz.
Çimde falan oturmam" diye "atara atar, gidere gider" yapınca, "Açıl susam açıl" dediler ve az önce yer olmayan kumsalda şezlong yeri açılıverdi!
***
Canım isterse, dünyanın tüm sorunları için "erteleme" düğmesine basabilirim...
Bastım ve eğlendim...
Ya sonra...
Ver elini Alaçatı elbette...
Daha doğrusu kendini Alaçatı zanneden Kemeraltı...
O "zombi" misali yürüyen "kalabalık" iyice artmış...
Arkadaş, zombi gibi tabii...
Onlar bile daha hızlı yürüyorlar, adım atılmıyor!
Bırak yanında yürüyene, mekanda oturana omuz atıp geçiyorsun...
O sürünün içinde ilerlerken hayatı sorgulayıp, "Ben burada ne yapıyorum" diyorsun ve hayat sana "Kendin kaşındın tatlım!" diye cevap veriyor...
"En iyisi bunun üzerine bir bardak soğuk su, bir de kahve içeyim" diye kendini bir mekana atıyorsun...
Aaaa yine o "Bill Gates modlu" garsonlardan biri, "Bu saatte kahve servisimiz yok" diyor...
Alaçatı'nın şeker işletmecileri yaa...
O saatte kahve içip, uykumuzu kaçırmasınlar diye böyle bir hizmet veriyorlar...
Ne kadar tatlılar!
Onları mı kıralım?
Tabii ki kahve içmekten vazgeçiyor, paşa gönüllerini sevindirecek siparişler veriyoruz...
Maksat esnaf sevinsin!
***
Velhasılıkelam...
Çeşme'de günler ve geceler, kendinizi beach club ile Alaçatı sokaklarına atarsınız böyle geçiyor...
Karla karışık yağmur misali...
Huzurla karışık, sinir harbi!
Ne demiştik?
Atar yaptığın sevgiliye ilk mesajı atmak gibi bir şey işte...
Özlüyorsun...
Seni aşık eden bir sürü huyu suyunu hatırlayıp, yanına gidiyorsun...
Ama seni yazdığına yazacağına; geldiğine, geleceğine pişman ettiriyor!
Ne diyeyim...
Sezonu yine seninle kapatırım da...
Bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak Çeşme!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.