5 Aralık 1934...
Bir kanunun kabul edilmesinin üzerinden 83 yıl geçmiş...
"Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesine dair kanun"... Atatürk'ün, kadınların hayatında açtığı dev bir kapı...
Müthiş bir fırsat...
Bir ülkenin yönetiminde yer almak için kırmızı bir yol!
Peki bu yoldan kaç kadın geçti?
Siyasetin, "kravatlı", "takım elbiseli" dünyasında kaç kadının topuk sesleri yükseldi?
Kaç kadın siyasetçi kaldı akıllarda?
Şunu da söylemek lazım tabii, "Düzgün, başarılı, eserleriyle hatırlanan" kaç kadın siyasetçi var hafızalarda?
Siyasi partiler, kotalarını artırmak için çabalasa da, kadınların önemli bölümü, "siyaset arenasının" ortasına çıkmayı pek tercih etmedi...
"Kadın kolları" gibi bir kavram oluşturuldu...
Partilerin kadın üyeleri, "meydana" çıkmak yerine, bir "kol"da kalmayı seçti!
Peki neden?
Evet kabul edelim siyaset, adeta aslanlarla savaşılan bir arena...
Bu arenada kazanmak için ne gerekiyor?
- Güçlü bir savaşçı olmak...
- Mücadele etmek...
- Vazgeçmemek...
- Yaratıcılık...
- Üretmek...
- Ve elbette çoklu bir zeka!
Bu saydıklarımızın hangisi yok ya da eksik kadınlarda? Hatta, "kadın" denilince, sayılan özellikler değil mi bunlar?
O halde biz kadınlar neden siyasette geri planda kalıyor ve "savaşçı zırhını" elbise gibi giyip, o arenanın tam ortasına geçmiyoruz?
83 yıl, beklemek için çok uzun bir süre değil mi?
Daha ne kadar gecikelim!
KEDİYİ TOKATLAYAN ELLERİN KIRILSIN!
Erzincan'da kediye akıl almaz bir şiddet uygulayan ve bu psikopatlığına gerekçe olarak, nişanlısından ayrılmasını gösteren sözde asker!
- Senin o kediye vuran ellerin; tekmeleyen bacakların kırılsa...
- Sana bön bön bakıp, müdahale etmeyenleri de birileri evire çevire dövse...
- Sen öyle, üç kuruş para cezası ile kurtulmayıp cezaevinde üç beş yıl yatsan...
Ne güzel olurdu be... Ne güzel olurdu...
O ÇOCUKLARA TACİZİ ÖĞRETME!
Tamam, hiçbir meslek grubunda olmasın...
Kimse, kimseyi taciz etmesin...
Ama çocuklara kimse dokunmasın!
Büyükler, belki bir şekilde baş edebiliyor ama, çocukken yaşanan travmaları atlatmak neredeyse mümkün olmuyor...
Türkiye'nin farklı yerinden birbiri ardına "tacizci öğretmen" haberleri gelirken, insan düşünmeden edemiyor...
Belediyede, otobüs emanet ettiğin şoförlere bile psikoteknik testler uygulanırken, öğretmenlik sadece üniversite sınavıyla kazanılan meslek statüsünden çıkarılsa mı acaba?
Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan, psikolojik testleri geçemeyenler öğretmen yapılmasa mı?
Ruh hastası beyinlerin "kişisel müfredatından", "taciz dersini" çıkarmanın en iyi yolu bu değil mi!
İZMİR İÇİN KIŞ TESELLİLERİ!
Aralık gelmesine rağmen, kış İzmir'e uğramamıştı...
Hala gündüz, yazdan kalma tişörtlerle gezebiliyorduk...
Hiçbir kafenin, restoranın "bahçesindeki" yerimizi terk etmemiş, o kapalı bölümlere adım atmamıştık...
Bereler, atkılar, kalın kazaklar, dolapta derin bir uykudaydı...
Ve ne oldu?
Kış geldi!
Toptan adeta "kapalı yer fobisi" olan İzmirliler için, fonda "Bir teselli ver" şarkısı çalıyor!
O halde "teselli" verecek, kış mutluluğu için birkaç hatırlatma...
- Sahlep...
- Sıcak çikolata...
- Battaniyenin dayanılmaz sıcaklığı...
- Ve sinemada patlamış mısır!