HALKTAN KAÇAN SİYASETÇİYE NE DENİR?
Yapılan bazı yorumlara bakıyorum da; Başkanlık sistemini sanki dün tartışmaya açılmış ve kişiye özel bir konuymuş gibi sunmakta pek kararlılar ama şunu bilsinler ki; gerçekten çok komik oluyorlar.
Rahmetli Özal'ın ilk kez ve en ciddi şekliyle hazırlığını yaptırdığı ve kamuoyu gündemine taşıdığı günleri hatırlayanınız çoktur eminim.
Gerçi; hala daha şüpheli bulunan ölümüne dair yapılan tartışmalarda gerekçelerden birinin de Başkanlık Sistemi'ni getirmeye bu kadar yaklaşması olarak gösterilir de; bu başka bir yazı konusu olsun şimdilik.
Yani diyeceğim odur ki; son 25 yıldır Türkiye'nin gündeminde olan bir konudan söz ediyoruz. Bugün gelinen noktaya baktığımızda ilk kez, eğik düzlemde tepeden aşağıya doğru Başkanlık Sistemi'nin artık sadece siyaseten değil, resmen toplumun da konuştuğu ve büyük çoğunluğunun da onayladığı bir sürece girildiğini söyleyebiliriz.
2007'de Cumhurbaşkanı'nı doğrudan halkın seçmesinin önünü açan Anayasa değişikliği kabul edildiğinden bu yana aslında resmen başladı bu süreç ama bir türlü hayata geçirilmemişti. 17-25 Aralık darbe girişimleri ve son olarak 15 Temmuz darbe gecesi sonrasında yaşananlar ise gösterdi ki; bugüne kadar deniz feneri gibi bir zayıflayıp bir güçlenen, bir yanıp bir sönen bu konu; aslında Türkiye'nin acil ihtiyacı olan konularının başında geliyor. Bu kadar uzamasının bir başka sebebi de; parlamentonun aritmetiğidir. Son nokta 15 Temmuz'da görüldü ve sistemin arızaları iyice su yüzüne çıktı.
GÜÇLÜ SİSTEM İÇİN BAŞKANLIK ŞART
Gelelim bugüne; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin açıklamasıyla; meclis aritmetiğinde Anayasa değişikliği için ihtiyaç olan sayı ve hatta halk oylaması için gerekli 330-360 aralığındaki oy sayısıyla ilgili en önemli eşiğin aşılması için de bir ihtimal ilk kez ciddi olarak doğdu. Bugün MHP liderini, Başkanlık Sistemi'ne destek veriyor diye eleştirenlere hatırlatmak isterim. Milliyetçi Hareket'in lideri rahmetli Alparslan Türkeş, sağlığında ve genel başkanlığı süresince Başkanlık Sistemi'ni hararetle ve samimiyetle savunan siyasilerin başında geliyordu. MHP'nin bugünkü Genel Başkanı olarak Bahçeli'yi bu konuda cahilce eleştirenlere önce bunu hatırlatmak isterim.
Ve; Bahçeli'nin bir siyasetçi olarak tutarlı yapısıyla tanındığını, özellikle devlet için çok önemli kritik konulardaki tutumuyla ne kadar önemli rol oynadığını da hatırlatmakta fayda var. 367 ucubesiyle ilgili Meclis Genel Kurul salonuna girerek takındığı sorumluluk sahibi tutumdan başlayarak, sistemin her tıkandığı konuda Bahçeli'nin olumlu destek ve dokunuşlarını da biliyoruz. Fiilen uzun süredir devam eden bir sürecin, hukuki olarak doğru zemine oturtulması için de katkı koymayı düşünüyor. Ayrıca; gücünü milletten alan siyaset; bu konuda yine millete sormaktan neden kaçınsın ki?
2002'den bu yana 15 yıla yakın bir süredir iktidarda olan AK Parti ile birlikte MHP, halka gitmekten korkmadığını, kaçmadığını gösterdi. Kaldı ki; seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ama parlamenter sisteme göre oluşturulmuş bir Anayasa var ise; bu çelişkinin giderilmesindeki birincil görev siyasilere düşüyor. Kaldı ki;
Türkiye tarihin en kritik döneminden geçiyor. İçeride terörle mücadele eden ve dışarıda da ordusuyla 2 bölgede savaşan bir Türkiye'den söz ediyoruz. Aynı zamanda da; kalkınma stratejisinden vazgeçmeyen bir Türkiye. Böyle bir dönemde, güçlü bir sistemle yönetilmenin, demokratik-siyasi istikrarın olması hayati değil de nedir?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.