Evlilik programlarının analizi
Acu'nun gözlemi şöyle: "Yapılan araştırmalar, seyircilerin bu programları daha çok şov programı niyetine izlediğini, pek ciddiye almadığını gösteriyor. Ya da formatı yanlış algılanıyor."
Gerçekten de, bir kanaldaki izdivaç programında kendisine uygun eş bulamayan birisinin diğer kanallardaki izdivaç programlarını da teker teker denemesi, evli olanların bile bu tür programlara başvurması, yapılan işin nasıl algılandığı konusunda epey ipucu veriyor.
İzdivaç programlarını savunanlar ise, Türkiye'de görücü usulü evlenmenin artık ancak ekranlarda gerçekleşebildiğini, çünkü evlenmek isteyen insanların tanışabilecekleri başka ortam olmadığını söylüyorlar. Acu'ya göre bu tespit de doğru.
SADIK DOST
Komşuluklar bitti, eski mahalleler kalmadı, misafirlikler tarihe karıştı. İnsanlar artık kendi çekirdek ailelerinde, işle ev arasında mekik dokuyarak, en sadık dostları "televizyon"larıyla yaşıyorlar.
Yeni birileriyle tanışabilmeleri neredeyse imkansız. Belli bir kesim haricinde hiçkimse geceleri sinemalara, lokantalara gidemiyor, seyahatlere çıkamıyor.
Böyle bakınca, bu tür programların bir mantığı var gibi görünüyor sanki.
Bir de şu var: Türkiye toplumsal anlamda çok değişti, çok daha muhafazakar bir ülke haline geldi (en azından, görünüşte).
Küçük şehirlerde ya da kasabalarda insanlar ciddi baskılar altında yaşıyorlar. Kadınla erkeğin tanışabilecekleri, bir araya gelebilecekleri sosyal ortamlar yok gibi bir şey. Ayrıca şu gerçek de var: Günümüzde evlilikler öyle kısa ömürlü ki, hiç kimse bir evlilik için arabulucu olmak istemiyor. Çünkü maddi zorluklar, tatsız hayat şartları ve tarafların hiçbir fedakarlığa yanaşmamaları yüzünden evlilikler çok çabuk tükeniyor, bitiyor. Belki de asıl sorun, artık evlilik kurumunun eski anlamda ciddiye alınmaması, sadece bir maddi çıkar birlikteliği olarak görülmesi.
BÜYÜK MAHALLE
Şartlar böyle olunca, hiçkimse bu tür bir işte aracılık yapmak, sorumluluk almak istemiyor artık. Kimse kimseye kefil olmuyor. O zaman da iş, büyük mahalle "televizyon"a kalıyor. İnsanlar kendi dairelerine, apartmanlarına kapandılar, komşuluklar, dayanışmalar bitti falan ama "mahalle ruhu" yok olmadı. Olduğu gibi televizyonlara taşındı.
Mahalle olayı gerçek mahallede kaldığı sürece sorun yoktu aslında. Alt gelir grubundan insanların bir arada yaşam mücadelesi verdikleri mahallelerin kavgaları, dedikoduları, hırı gürü; zorlu ama bir o kadar da renkli bir hayat biçimini yansıtıyordu. O insanları eleştiriyor, küçümsüyorduk hatta ama anlıyorduk da. Ama bu hayat tarzı (mahalle kültürü) olduğu gibi televizyonlara taşındığında işin rengi değişti. Çünkü bu artık bir sömürü mekanizmasıdır.
Eskiden insanların kendi doğalında yaşadığı şeyler, şartlar öyle olduğu için öyle biçimlenen hayat tarzları, şimdi televizyon ekranlarından "pazarlanıyor".
Artık her şey bir gösteri malzemesi olmuştur, hayat tümüyle bir vitrine dönüştü.
Şartlar böyle olunca, izdivaç programlarının ciddi bir işlevinin olmasının imkansız olduğunu belirtiyor Neslihan Acu. Ama yapımcıların amaçları farklı olsa da, bu tip izdivaç programları, toplumdaki bozulmayı, çürümeyi olduğu gibi gözler önüne sererek hayırlı bir işe de vesile olduğunu söylüyor. Bu ilginç analizin devamı Rengarenk Kırmızı'da.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.