Hem 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, hem de Rengarenk Kırmızı dergisinin ilk sayısı nedeniyle geçen hafta televizyon kanallarındaydım ve onlarca mail aldım programları seyredenlerden. Hep bu köşede söylediğim gibi bir kadının mutlaka okuması, bir meslek sahibi olması, çalışması gerektiğini söyledim. Evlense bile çalışması gerektiğini, kendi parasını kendisinin kazanmasının önemine değildim. Ben buna gerçekten inanıyorum. Nasıl olsa evleneceğiz. Çalışmak evlenmeye engel değil ki! Çalışmamızı istemeyecek erkekle evlenmeyiz eğer karşı çıkıyorsa. Zaten böyle bir teklife karşımıza çıkacak olan erkekle evlenmeyi yirmi kez düşünmemiz lazım.
Bazı kadınlar ise çocuk sahibi olduktan sonra kendi istekleriyle ayrılıyorlar işlerinden. Olabilir. Çünkü çocuk, eğer imkanlar yoksa bakımı çok zor, işler birlikte yürütülmesi zor bir durum. Aile, iş ve eş desteği yoksa kadının kariyer ve çocuğu birlikte yürütmesi kolay değil.
BOŞLUK DUYGUSU
Ancak iki, üç yıl sonra kadının mutlaka iş yaşamına dönmesi lazım. Zira evde oturdukça insan tembelleşiyor ve çalışma hayatına dönmeye cesaret edemiyor. Bu da kendine olan güvenini kaybetmesine neden oluyor. Gelen mektuplar ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi.
İşte bir örnek: "Merhaba, ben yaşamının son 5 yılını, üniversiteyi bırakıp, evlendikten ve çocuk sahibi olduktan sonra, dehşet bir 'kendini beğenmeme, kendine saygı duyamama gibi hallerle mücadele ile geçiren iç savaş yaşayan biriyim. Bundan 'Bana ne' diyebilirsiniz, saygı duyarım. Ama aklına, önerilerine güvenip sığınacağım biri yok çevremde. Sizi bu anlamda bir ışık gibi gördüm. Umarım sabredip okur ve bana iki satır nasihatte bulunursunuz. Ben hep kendimi yazar, araştırmacı, akademisyen hayal ederdim. Şimdi evde, çocuğuyla ilgilenen 'kendi'ni unutmuş, eşinin kurduğu düzen içinde bir yaşam süren, asalaklar gibi yaşayan bir kadınım.
Eskiden edebiyatı, yaşamayı seven, sosyal bir insanken şimdi ezik, kendine güvenmeyen ve her şeyden korkan, insanlardan bile tırsan biri oldum. Özellikle çalışan kadınlardan. Kendimi sadece eş ve anne gibi hissediyorum.
BİR İŞE YARAMAMAK
Toplumda, umduğum yerde olmamak, insanlara faydam dokunmadan yaşıyor olmak depresyona sokuyor beni dönem dönem. Sosyal fobi oluştu, adım atamıyorum hiçbir şey için. Korkuyorum dalga geçilmesinden. Kendi yaşamımı kendim kuracağım derdim hep, sonra bir baktım evden kaçan köylü kızlar gibi başka birinin düzeni içine girmişim. Kendi aklım ve yeteneklerimle bir yerde olmamam bende derin bir yara. Seda Hanım, lütfen iki cümle de olsa fikrinizi belirtin. Sizi seviyorum, saygılarımla."
Bir başka örnek: "Sizi ve Dilek hanımı (Kagider Başkanı Dilek Bil) seyrediyorum. İyi ki gördüm sizi. Çünkü şu an yaşadıklarımı ve düşüncelerimi aktardınız. Ben 24 yaşındayım, yurtdışında çok iyi bir eğitim gördükten sonra ülkeme kesin dönüş yaptım ve Haziran ayında evlendim. Şu an o kadar bunalıyor ve sıkılıyorum ki. Başta çalışmama tatlı geldi ama şimdi çok sıkıcı. Eşim esnaf, durumumuz kötü değil ama ben de 'bir işe yaramak' istiyorum. Çok şey düşündüm hatta, ama hep bir engel bir engel. Ne yapmalıyım?"
Mektuplar böyle sürüp gidiyor. Yanıtlar yarına...